Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Adam gibi adam olmak

30 Kasım 2015 - 13:45 Yorum: 23

Bediüzzaman Hazretleri “Muhakemat” adlı eserinde kendisinin 13. asrın minaresinin başında durup sözde medeni, dinde laubali olanları dine, camiye bağırarak, haykırarak çağırdığını ifade eder. Böyle yapmasının sebebini de; birçok kimsenin her ne kadar kendisi ile aynı çağda yaşıyor gibi görünseler de fikren, zihnen, ruhen halen onların çoğunun ortaçağın karanlığından, skolâstik düşüncenin çöllerinden bocalayıp durduklarına işaret eder.

Bilhassa ülkemizde yaşayan bizleri en doğru, veciz tasvir eden sözün Sayın Milli Eğitim Bakanımızın bir kitabına başlık yaptığı gibi “Enformatik Cehalet” olduğuna inanıyorum. Kişinin bilmediğini bilmemesi; bundan öte bilmediğini de kabul etmemesi ve bildiğini savunması kişiyi iflah olmaz cahilliğe, bağnazlığa, yobazlığa sürükler. “Haberdar” olmakla “bilmenin” aynı şey olmadığı bilincinden mahrumlara bir şeyleri izah etmeye kalkışmak Bediüzzamanın yaklaşımı içerisinde “hakka, hakikate karşı haksızlık, saygısızlık” olur. Böyleleri gündelik bilgi/haber kirliliği içinde düşünmeden, tahkikten, sorgulamaktan yoksun bir şekilde akvaryumdaki balıklar gibi sağa sola şaşkın şaşkın toslayıp durup dururlar.

Bediüzzaman Hazretleri bu eseri ile Kuranın elmas düsturlarını bileyip, cilalayıp din düşmanlarından ziyade ahmak dostlarına karşı mücadele vermek istediğine dikkatlerimizi çeker. Bu saf mollaların, skolâstik din hocalarının, din adamlarının yıllar yılı İslamiyet’in özünü bırakıp; dinin zahirine ve kabuğuna takıldıklarını, böylece İslam’ı doğru anlamaya ve anlaşılmasına mani olunduklarını; bu tutumlarıyla da İslamiyet’i, hakikati küstürüp ürküttüklerini, İslam’ın fert, aile, toplum hayatımızdan başını alıp gitmesine sebep olduğuna işaret eder.

Düşmanlardan ziyade İSTİBDAT (ilmi, siyasi, dünyevi, dini, idari her türlü istibdat, zorbalık), DÜRÜST OLMAMAK, ÜMİTSİZLİK, İSLAMİYETİN İLİMLE FENLE ÇAKIŞTIĞI İNANCI virüslerini taşıyan ahmak dostların, hocaların, din adamlarının, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurduğunu, İslam’ın güzelliğinin dünyanın dört bir tarafına yayılmasına engel olunduğunu zikreder.

Bundan yüz küsur önce yazılan bu eserde belirtilen bu virüsleri bünyeden temizlemek sağlıklı her aklın yolu olması iken maalesef risale-i Nurun talebesi olduklarını iddia edenlerin bünyesinde bile bu cirit atmakta; aklı, kalbi, vicdanı ferc etmiş bulunmuş durumdalar. Bütün sermayeleri, imanı, aşk ve şevkleri, mücadele azimleri geçmiş dönemde din adına yaşamış oldukları mazlumiyet ve mağduriyetler olan mütahitleşen dünün mücahitlerinin gemilerini yüzdürme, kovanlarını doldurma, dün onların günü idi bu gün de bizim günümüz biraz da biz nemalanalım, köşeyi dönelim edasıyla her türlü hak ve hukuksuzluğu, zulmü, yalanı, iftirayı, istibdatı, değerlerden yoksun söz ve davranışta bulunmaları İslam’ın aydınlık yüzüne kara çalıp insanlığın o nura güneşe yönelmelerine engel olmalarına sebebiyet veriyorlar.

Muhammed-ül Emin’in ümmetini olan bizlerin fert, kurum, ülke olarak güvenilirlik sıralamalarında, insan hak ve özgürlükler hususunda, dürüstlük, doğruluk, güzel ahlak gibi erdemlerde diplerde bulunmamız; demokrasinin sıkça edebiyatının yapıldığı, özgürlük türkülerinin söylendiği bir dönemde her türlü düşünceye, eyleme, fikre, alternatif bakışa kapalı olmaktan ziyade düşman kesilmemiz, bir birey için, inanan insan için, din için en büyük nimetin, hakkın olmazsa olması olan özgürlüğü bizden olmayan herkese fazla görmemiz sadece dinin ruhuna değil, insanlığın temeline yerleştirilmiş en büyük bombadır.

Maalesef bugün Kuran’da beslenen, dine hizmet ediyor edasıyla mücahit kesilen, Bediüzzaman’ın eserlerini okuyan birçok kişi ve zümre dahi zahiren bu çağda yaşasa da ruhen, fikren, zihnen ortaçağın skolâstik karanlığından kurtulmuş değildirler.

“Risaleleri anlamazsak da latifelerimiz nasiplenir, mutlaka orijinalinde okuyalım. Zinharrr! yorum, haşiye, sadeleştirilmiş halinde okumayalım” deyip Kuran’ın tefsirine, mealine karşı çıkmayıp Risalelerin şerhine, yorumlanmasına karşı çıkıp onlara ilahi bir kutsiyet atfedip ancak derslerde, sohbetlerinde her bir cümle üzerine saatlerce kendi düşüncesini açıklayanların; üstadın “her günahtan küfre giden bir yol vardır. Küçük günahlar önemsenmeye önemsenmeye büyük günahlara dönüşebilir” ifadesinden bihaber bir şekilde günahları yüzdelik oranlara vurarak değerlendirenlerin; İlmin izzetini ali tutup hediye dahi kabul etmeyen, kendisini susturma adına verilen mevki makamları kabul etmeyen; onların isteğine uygun fetva vermeyi sürgün edilmesi, zindanlarda çürümesi pahasına vermeyen; “biz devletten ekmek değil özgürlük istiyoruz” diyen üstada karşın bugün vekillik, dünyalık makam, bina, birkaç kuruş telif ücreti, yurt, arazi gibi küçük menfaatler peşinde koşarak risale-i nur talebesi olunmuyor maalesef. Hele hele “Ehl-i Tahkik” hiç olunmuyor…

Bugün bilgi sermayesi, düşünce hazinesi, ilim sermayesi tek kanallı TRT yıllarını arattırmayan zahiren özel ancak her yönüyle zincire vurulmuş; şeytanı melek; meleği şeytan gösterme misyonunu eda eden ve kitlesini mankurtlaştıran modern dünyanın aptal kutusu, dadısı olan Tv’lerden beslenenlerin hakikate varmaları ne mümkün…

Demokrasinin, kolektif şuurun, birlikte yaşama sanatının önem kazandığı, farklılıkların zenginlik olduğunun, bilhassa İslam dünyasında her türlü inkişafın, gelişimin ilerlemenin önündeki en büyük engelin “taklit”, “cehalet”, “taassüp”, “kaba kuvvet”, “istibdat” olunduğunun acı tecrübelerle öğrenildiği, “Medeni insanlara galebe çalmanın onu ikna etmek ile mümkün olunduğunun” dost düşman tarafından bilindiği bir zamanda, hakikatlerin, doğruların er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyunun olduğunun bilindiği bir zamanda, insanların konuşa konuşa hayvanların ise koklaşa koklaşa iletişime geçtiği ve kendilerini ifade ettiği bir dünyada muhatabını (velev ki düşmanın dahi olsa) kaba kuvvetle, güçle, yıkmakla, özgürlüğünü elinde almakla, tehditle, öldürmekle susturmaya kalkışmak fikirlere kelepçe vurmak kişiyi/kurumu/toplumu zahiren medeni dünyada yaşıyor gibi gösterse de aslında ortaçağın en karanlık dünyasında, ruh, vicdan, fikir, düşünce, değer cihetiyle çölleşmiş dünyada asgari insani değerlerden yoksun ucube bir varlık olarak hayatını idame ediyor demektir.

Böyle bir inancın, fikrin, düşüncenin, dilin, sanatın, duruşun, eylemin ne İslam’a, ne insanlığa, ne davaya, ne bir ideolojiye ve ne de kişinin/toplumun/devletin/müntesiplerin kendilerine bir faydasının olmadığını bilmek için alim, arif, dâhî olmaya gerek yok, ihtiyacı zaruriyesini karşılayabilecek kadar akla sahip olmak yeterlidir.

Maalesef günümüzün en büyük eksiği eskilerin ifade ile kaht-i rical”, günümüzün ifadesi ile düşünen, empati kurabilen insanların yokluğudur.

Öyleyse işe Diyojen gibi elimize bir fener alarak başlamalı. İnancımız, mezhebimiz, ırkımız, cinsiyetimiz, cemaatimiz, partimiz, yaşımız- başımız ne olursa olsun elimizde aldığımız empati fener ile özümüze, içimize, kendimize dönmeli ve Yunus’un ifadesi ile içimizdeki “BEN”i, içimizdeki “ADAM gibi ADAM”ı bulmaya koyulmak ve kendisi için değil, başkası için yaşamaya kendisini adamış ADAM gibi ADAM’lar yetiştirmek en akıllıca iş olsa gerek… 

YAZARIN DİĞER YAZILARI