Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

AİHM Kararı ve Kaybolan İnsanlığımız

17 Aralık 2014 - 20:41 Yorum: 6

Geçtiğimiz günlerde Malatya küçük Millet Meclisi toplantısının konusu “Alevi Açılımı” idi.

Toplantıya başkanlık, Cem Vakfı Malatya Şube Başkanı Eşref DOĞAN Dede yaptı.

Toplantıya giderken,  Cem Vakfı’nın başvurusu üzerine AİHM’in, Türkiyeyi Alevi vatandaşlarımıza ayrımcılık yaptığına dair verdiği hükmü  Alevi dedelerimizin nasıl değerlendireceklerini merak ediyordum.

Eşref Dedenin ve sayın Hasan MEŞELİ’nin Sayın Erdoğan ÜNVERDİ’nin ve diğer Alevi derneklerimizin temsilcilerinin, AİHM’in aldığı kararlara sevinmediklerini, aksine  üzüldüklerini ve keşke bu mesele bu noktaya kadar gelmeseydi ve bizde hakkımızı başka kapılarda aramasaydık nevindeki beyanları sizi bilmem ama beni ziyadesiyle mutlu etti. Eşref Dedenin abisi Cem Vakfı Başkanı İzzet Dede’den yaptığı şu alıntı ise takdire şayan bir yaklaşım.

Başka ülkelerin diplomatları bizlere geliyorlar. Azınlıksınız. Probleminizin halli için ne kadar para istiyorsanız verelim demelerine  ben diyorum ki, “Biz bu ülkenin azınlığı değil, asli unsuruyuz. Bizim ülkemizde yaşadığımız problemler baba-oğul arasında yaşanan problemler gibidir. Biz problemlerimizi kendi aramızda çözeriz. Sizin yardımınıza, paranıza ihtiyacımız yoktur.”

Bu sözler, herşeye rağmen ülkemde birlikte yaşama sanatına kendini adayan vicdanların varlığının göstergesidir.  Hele hele AİHM başvurularına olumlu cevap verildiği bir zamanda dahi verilen karara sevinmeyip keşke bu kararı kendi içimizde alabilseydik başka kapılar çalmasaydık, üzüntüsünü yaşamak ülkesinin izzet ve onuruna düşkünlüğün göstergesidir.  Takdir, teşekkür etmek lazım.

MkMM’in Alevilik Açılımı ile ilgili hazırlamış oldukları sinevizyonda dönemin gazetelerinde dersim olaylarını “ÇABURCULAR” ın bir isyanı gibi yansıtmaları ile o günden bu güne güzelim ülkemizin “az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir arpa boyu yol almadığımızın göstergesi adına da önemli bir ayrıntıydı bence…

Toplantıya katılan bazı STÖ’ler,  AİHM’in vermiş oldukları karar gereği önümüzdeki günlerde Alevi vatandaşlarımızın isteklerini yerine getirecek çalıştayların yapılacağını ve bu meselenin çözüleceğine dair beklentilerini,  temennilerini dile getirdiler.

Ancak ben bu kadar umutlu olmadığımı, bu güne kadar yapılmış olunan yedi çalıştayın; konuşmaktan ve  zaman kaybettirmekten, dostlar pazarda görsünlerden ibaret olduğunu ve oyalamadan başka bir şeye yaramadığını ifade ettim. Çünkü dindar nesil yetiştirmeyi kendine misyon eden ve bunun için de her tarafı İHL’ lerle donatanların kendi değerlerini bilen, kendi kaynaklarında, dedelerinden beslenen, aleviliği doğru bir şekilde öğrenen  bir alevi gençliğin, neslin yetişme hususunda en küçük bir adım atılmamış olması bana samimi gelmiyor. Zira Diyanet Başkanlığı tarafından basılan Alevi Bektaşi Klasiklerininin camilere ve cem evlerine hediye edilmeleri gerektiğine dair teklifime ya kitapların çok pahalı olması, maliyetin çok olması gibi bahaneler  gösterirdi ya da kulak ardı edildi.  Oysa ki bu günlerde bir makam aracı için ayrılan parayı insan görünce insan, “bu ne yaman çelişki yahu…” demeden de kendini alamıyor ve bu güne kadar “muhterem cemaat kuran kurslarımız, camimizin ihtiyacı için…” nevinde başlayan yardım taleblerine kanıp verdiğimiz birkaç kuruşu helal edesim gelmiyor.    

Alevi vatandaşlarımızın meseleye “Alevilerin  Hakkı” olarak yaklaşmasını da doğru bulmuyorum. Günümüzde değil insan; çevre, hayvan… gibi hakların konuşulduğu bir dünyada bu gün kalkıp İnsanların en temel haklarını gözardı edercesine güçlü olan veya mücadele verebilecek konumda ve durumda olan bir sınıfın, zümrenin, inancın, mezhebin,  bölgenin  hak ihlallerine sadece “kendi hakkını savunma” olarak mücadele vermesi, başka haksızlığa uğramış olanları görmemesi “bencillik” olur. Oysa toplumları yok eden ve günümüz Türkiyesinin, bilhassa muhafazakar dindar kesimin en büyük virüsü “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesiyle hareket etmeleridir. Oysaki Yaratıcıyı “Cenab-ı Hak” diye yad eden ve “Esma’ül Hüsna” nın arasında yer alan isimlerden bir ismin de “HAK” olduğuna inanan bir dindarın hakkı yenilen bir toplumun, cemiyetin, bölgenin velev ki hakkı yenilen bir kişi dahi olsa  hakkın yanında olması hem islami, hem insani bir vazifedir. Ehl-i Beyt sevdalısının, canların kendisinden ziyade başkalarının hakkı için Hüseyni bir duruş sergilemeleri  bence daha anlamlı olur.

Bir diğer husus ise insanın en temel haklarından olan eğitim, yaşam, inanç, dil… gibi haklar pazarlık, çalıştay, toplantı, müzakere… konusu olamaz, olmamalıdır. Böyle yaklaşım onur kırıcı bir durumdur. Zira “hak” haktır. Eğer varsa gabsedilmiş bir hak; bir lütüf olarak değil , utanç ve mahcubiyet içinde özür dilenerek iade edilmelidir.  Kaldı ki AİHM kararından sonra çalıştayların yapılması ve burada hak talep etmek ve elde edilen haklara minnettarlık duymak, bir lütüf olarak görmek bana daha onur kırıcı geliyor.

Bence mesele şunun bunun hakkı/haksızlığı değil. Alevilerin hakkını, her sunni vatandaş kendi meselesi gibi görmedikçe; Kürtün hakkını her Türk kendi meselesi gibi görmedikçe; solcunun hakkını bir sağcı kendi meselesi görmedikçe; insanların en temel ve evrensel hakları hususunda bütün kimliklerimizi bir tarafa bırakıp kendimizin de bir ben-i adem olduğunu hatırlayıp insanlığımızı takınmadığımız müddetçe bir kesim diğer bir kesim için hep bir tehdit, bir öteki, bir sopa olarak kullanılacaktır. Kaybeden ise haksızlığa, zulme maruz kalmış olanlar değil; İnsanlığımız olacaktır…

Bu gün genelde dünya, özelde ise Türkiye, daha da özel de ise sağcı, muhafazakar, hele hele kendini dindar görenler,  kaybolan “insanlığının” peşine düşmeli, aramalı bulmalı ve sahiplenmelidir.

Aksi takdirde AİHM’in kapısında Medine dilencileri gibi daha çok adalet dileneceğiz…

YAZARIN DİĞER YAZILARI