Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
03:35 Kütahya’da "Oyunuzu hizmet ve eser siyasetinden yana kullanın" çağrısı02:56 Yüksekova’da gökyüzünde ışık saçan cisim cep telefonu kamerasına yansıdı02:26 Bakan Özhaseki: "Deprem bölgesinde 300 binden fazla konut inşaatı devam edi...01:17 Ankara’da çimento tankerinin devrilerek yokuş aşağı kaydığı anlar kamerada01:06 Gaziantep’te yol ortasında silahla vurulmuş kadın cesedi bulundu00:59 Hamza Dağ: “Bıkmadan, usanmadan heyecanımı tüm İzmir’le paylaşacağım”00:48 Edirne’de gastronomi yolculuğu başladı00:43 Ümraniye’de iş yerinde korkutan yangın00:38 İzmir açıklarında 23 düzensiz göçmen kurtarıldı, 2 göçmen yakalandı00:37 Çöplük alanda çıkan yangın paniğe neden oldu00:34 Burdur’da su doldurma kavgasında 1 kişi bıçaklandı00:30 Kızılay Başkanı Hatay’da depremzedelerle iftar sofrasında buluştu00:21 Avcılar’da koca dehşeti: Eşini silahla vurarak öldürdü00:17 YSK: “Oy sayımında iftar molası olmayacak”00:14 İskenderun’da hafif ticari araç ile motosiklet çarpıştı: 2 yaralı23:38 Ağrı İl Emniyet Müdürlüğü, Mahalli İdareler seçimleri için hazır23:23 Karşıyaka, stadyum için taraftar mitingi düzenledi23:23 Bakan Tunç: "Mehmet Selim Kiraz’a sıkılan kurşun Türkiye’ye sıkılan kurşund...23:20 Kastamonu’da inşaat kenarında erkek cesedi bulundu23:11 DTSO’da “Gençlerin Dijital Sektörlerde İstihdamın Artırılması Projesi” düze...
Sami Er
Ramazan Durmuş

Atatürk; cami, hutbe ve Türkçe…

08 Ekim 2007 - 10:53 Yorum: 0

Bir oruç ayı"Ramazan"ı daha geride bırakıyoruz. Bu ayın içinde Camiler Haftasını da kutladık. Diyanet İşleri Başkanlığımızın değişik ad ve şekillerde düzenlediği haftaları ilgiyle takip edenlerdenim ki bunlardan birincisi ve önceliklisi Kutlu Doğum Haftası etkinlikleridir.

Malum olduğu üzere doğum gününü kutlamak toplumun bazı kesimlerinde hoş görülmez!

Doğum günü deyince akla bin bir çelişki gelir! Oysa işte Kutlu Doğum Haftası törenleri ile doğum yıldönümünü kutlamanın sakıncasının olmadığı gün gibi ortada…

Tabiidir ki edebi ile kutlamadan söz ediyoruz!

Yılbaşını ya da doğum gününü kutlamanın öfkesini eskiden beri bilenlerdeniz, duyanlardanız! Doğum günü dediğimizde geçmişte hemen birileri ortaya atılır; başlardı fetvaya…

O düşünülen doğum gününün ne kadar masumane kutlanacağına aklı ermeyen (!) bu tipler; şimdi ne durumdadır bilemeyiz ama dediğim gibi Diyanet İşleri Başkanlığımızın başlattığı etkinlikler bu tipleri umarım uyandırmıştır.

Aslında benim söyleyeceklerim farklı…

Bu yazımda Türkiye Cumhuriyeti"nin Büyük Önderi Mustafa Kemal Atatürk"ün “Hutbe” ve “Cami” için düşüncelerinden söz edeceğim sizlere…

Bakın, Yüce Önder, Balıkesir"deki açıklamasında neler diyor:

“Hutbe denildiği zaman bundan bir takım ma"nalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz, gerek Hulefayı Raşidinin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hulefayı Raşidinin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkan kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde ileri gelenlerin en büyüğü idi.

Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması…

Halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.

Ancak, millete ait işleri milletten gizli tuttular.

Hutbelerin halkın anlamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.

Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır.

Geçen sene B.M.M."de irat ettiğim bir nutukta demiştim ki:

“Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur mebaı olmuştur.” Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır.

Hatiplerin siyasi, içtimai, medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur.

Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır.

Hutbelerin dili ve konusu hakkında Atatürk"ün son paragrafta belirttiği fikirler her hangi şüphe ve tereddüde yer vermiyecek kadar açık ve kesindir.”

Yazımıza Yüce Önder Atatürk"ün İslamiyet"e bakışını açık açık anlatan bir yazı ile nokta koyarken başta doğup büyüdüğüm Polat"a ve Polatlılara hayırlı bayramlar diliyorum:

Söz Ata"mın:

"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur, tefsirler, hurafeler, binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır..."

O"nun Peygamberimiz Hz. Muhammed"in Uhud Savaşı stratejiyle ilgili değerlendirmesinden de söz etmemek olmaz.

Bakın Atatürk, Hz. Muhammed"in Uhud Savaşı"ndaki stratejisi için neler söylüyor: 

"Hz. Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?

Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar.

Hz. Muhammed bu savaş sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi."

YAZARIN DİĞER YAZILARI