Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
07:43 Yasa dışı bahis operasyonda 450 milyon TL para trafiği tespit edildi: 35 gö...06:52 Benzin yüklü tanker kaza yaptı: Patlama riskine karşı D-130 Karayolu trafiğ...05:41 ABD üniversitelerindeki Filistin’e destek gösterileri ülke geneline yayılıy...05:36 Trump’a yönelik “sus payı” davasında tanıklar ifade verdi05:15 Mevsimlik tarım işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik...02:43 Lokanta ve kafelerde KDV oranında değişiklik Resmi Gazete’de01:41 AFAD:"Erzincan’ın Tercan ilçesinde saat 01.30’da 4.1 büyüklüğünde deprem me...01:38 Pastanede oturan 2 kişiye silahlı saldırı: 1 ölü, 1 yaralı01:29 Ahlat’ta ‘Tarihe Damga Vuranlar Haluk Dursun’ anma programı düzenlendi01:13 Lokanta ve kafelerde yüzde 8 olan KDV, yüzde 10’a, yüzde 18 olan KDV, yüzde...01:02 Otomobil su kanalına uçtu: Öldüğü düşünülen sürücünün yüzerek kaçtığı ortay...00:59 THY Euroleague: Monaco: 93 - Fenerbahçe: 8800:56 Konya’da bir apartmanın 9’uncu katı alevlere teslim oldu00:54 Küçükçekmece’de bir kadın evinde ölü bulundu00:21 "14. Uluslararası Tarım, Orman ve İnsan Fotoğraf Yarışması"na başvurular ba...00:10 Çoruh Kültür Merkezinde Şiir Gecesi00:10 Bayburt’ta 2. İl Koordinasyon Toplantısı için toplanıldı00:09 Kemaliye’de 1 ev yandı00:09 Şoförlere trafik eğitimi verildi00:09 Erzincan’da helikopter ambulans donanımlarının tanıtıldığı bilgilendirme to...
Siyaset 26 Aralık 2014 - 21:35 Yorum: 0

Başbakan çocuğu olmak suç mu?

Başbakan Davutoğlu, (İç Güvenlik Reform Paketi) "1 ay içinde yasalaşacak. Kimse bize molotofkokteylinin özgürlük olduğunu iddia edemez" dedi.

Başbakan çocuğu olmak suç mu?

ANKARA

Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir taraftan iç güvenlik ve kamu düzeniyle ilgili tedbirleri alırken diğer taraftan çözüm sürecini kendi doğasına döndürmeye çalıştıklarını belirterek, "O doğa içinde netice almaya yöneldik. Son 2 haftadır, son günlerde de olumlu yönde artan sinyaller var. Bu çerçevede zaten hiçbir zaman müzakereler kesilmedi" dedi.

Başbakan Davutoğlu, A Haber ve ATV kanallarının ortak canlı yayınında gündeme dair soruları yanıtladı.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, çözüm sürecine dair "müzakerelerin 1 hafta, 10 güne kadar başlayabileceğine" dair açıklamalarının anımsatılması üzerine Davutoğlu, yaşananların bir süreç olduğunu bildirerek, "Süreç doğası gereği kendi seyrinde devam ediyor. Bu anlamda sanki yeni bir şey başlıyormuş, yarın yeni bir gelişme olacakmış gibi kamuoyunda beklenti oluşturmanın faydası yok. Biz, bu sürecin en başından itibaren neyi talep ettiğimizi ve sürecin sonunda neye ulaşmak istediğimizi son derece berrak şekilde biliyorduk" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, Türkiye'nin demokratikleşmesi içinde bütün farklı toplum kesimlerinin, herkesin eşit vatandaşlık haklarından istifade ettiği, kültürünü, örfünü, ananesini rahatlıkla yaşayabildiği Türkiye idealini 2002'den beri takip ettiklerini, bu anlamda adımlar atıldığını anlatarak, şöyle devam etti:

"Çözüm sürecini, 2005'ten itibaren bilinçli şekilde toplumun taleplerini, her kesimin taleplerini karşılayan bir perspektifle sürdürdük. 2013'ten itibaren daha çok ivme kazanan süreç içinde de silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi, silahın ve şiddetin tümüyle bırakılması esası çerçevesinde atılacak adımlar da konuşuldu. Bu o zamandan beri süre giden bir süreç. Yani 'yeni başlamış, müzakere yarın başlıyormuş, 5 gün sonra, 10 gün sonra başlıyormuş' gibi bir yaklaşım doğru değil. Oslo müzakereleri esnasında da bu süreç doğası içinde seyrediyordu ama maalesef çözüm süreci ve Türkiye'de bu tür yaraların sarılması çalışmalarında çok önemli bir aşamaya gelindiğinde birtakım sabotajlarla karşılaşılıyor. Biz bu konudaki ciddiyetimizi ve kararlılığımızı haziran ayında, Sayın Başbakanımız'ın o zaman talimatıyla çıkan yasada ortaya koyduk.

Yeni hükümetin oluşması sonrasında bu yasanın gerektirdiği Bakanlar Kurulu kararı alındı ve yasa bir anlamda uygulama çerçevesi kazandı. Bu yönde de yapılacak olan çalışmalar bir takvime bağlandı. Ancak 6-7 Ekim olayları buna bir darbe vurdu, çok ciddi bir darbe vurdu, bir güven problemi doğdu. Bir taraftan iç güvenlik ve kamu düzeniyle ilgili tedbirler aldık bir taraftan da çözüm sürecini kendi doğasına tekrar döndürüp, o doğa içinde netice almaya yöneldik. Son 2 haftadır, son günlerde de olumlu yönde artan sinyaller var. Bu çerçevede zaten hiçbir zaman müzakereler kesilmedi, Başbakan Yardımcımızı görevlendirdik, HDP heyetiyle görüşüyor. İlgili Kamu Güvenliği Müsteşarlığımız, MİT Müsteşarlığımız gerekli görüşmeleri yapıyor. İmralı'da yapılan görüşmeler var. Bunlar bir trafik içinde kendi doğası içinde seyrediyor. Önemli olan şu iradeyi görmek istiyoruz, artık Türkiye'de siyasi talepler şiddet diliyle, şiddet eliyle yapılmayacak, silah bir hak talep etme aracı olmaktan çıkacak."

IŞİD bahanesiyle izinsiz gösteriler

Başbakan Davutoğlu, "6-7 Ekim krizi aşıldı mı?" sorusuna, "Önemli ölçüde aşıldı diyebilirim. Daha doğrusu 6-7 Ekim olaylarının bir daha olmaması için biz her türlü tedbiri aldık, almaya da devam edeceğiz" yanıtını verdi.

Kamu düzeninin bir müzakere konusu olmadığına, olması gerekenin bütün sorunların bir toplumsal tabanı geniş çerçevede, bütün taraflarla görüşülerek yürütülmesi gerektiğine değinen Davutoğlu, şiddetin tümüyle terk edildiği bir çerçevede konunun ele alınması ve bundan sonra atılacak adımların ne olacağının o çerçevede konuşulması gerektiğine işaret etti.

Davutoğlu, şiddetin, şiddet dilinin, şiddet elinin, şiddet yoluyla siyasi talepte bulunmanın artık sona erdiğinin ilan edilmesini istediklerini belirterek, "Bu iradeyi, kararlılığı, 2013 Mayıs'ında olduğu gibi 'şu zamanda terk edilecek' denilen silahlı unsurlar terk edilmediği zaman... Devlet ve kamuoyu bir şekilde oyalanıp, aynı mantıkla geri dönülecek gibi de düşünülmemesi lazım. Bu iradeyi görmek istiyoruz. Bizim, hükümetimizin iradesi son derece açıktır. 6-7 Ekim olayları esnasında bile biz çözüm sürecindeki kararlılığımızı hep vurguladık" diye konuştu.

Kamuoyu araştırmalarının, çözüm sürecine olan desteğin arttığını gösterdiğini, görüşmelerin yürütülmesi anlamında olumlu bir noktaya gelindiğini söyleyen Davutoğlu, "Önümüzdeki günlerde bunun daha da ivme kazanması gerekir. Sürekli açıklamalar yapmak yerine, spesifik, somut adımlarla yol almak lazım" dedi.

Pervin Buldan'ın açıklamaları

HDP'li Pervin Buldan'ın, çözüm sürecine ilişkin açıklamaların artık ayda bir yapılabileceği ve "hükümet ile ortak açıklama yapma gibi bir düşüncemiz var" yönündeki sözlerinin anımsatılması üzerine de Davutoğlu, "Ortak açıklama konusu şart değil ama olabilir de. Esas olan şu; kimsenin çok spontane, her ayaküstü açıklamayla yürüyen süreci etkilememeye özen göstermesi lazım. Şu ana kadar olan çalışmalarda belki de en olumsuz etki yapan şeylerden biri, bir açıklama enflasyonu olması, sürekli zaman verilmesi" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, hükümet kanadından açıklamaların Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile kendisi ve parlamentoyla ilişkileri yürütmeyle yetkili Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan tarafından yapıldığına işaret ederek, bu konuda hükümet kanadında belli bir disiplin bulunduğunu, aynı şeyin HDP ve bütün taraflarda da olmasına özen gösterilmesi gerektiğini kaydetti.

Açıklamalarda tehdit dilinin, "şu zaman olacak", "olmazsa bu olur" gibi yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğine dikkati çeken Davutoğlu, "O bakımdan Pervin Hanım'ın söylemiş olduğu husus doğru bir husus. Ayda bir açıklama yapılsın, ne yapılacaksa yine konuşulsun ama bir disiplin, kararlılık içinde bunların yürümesinde fayda var" değerlendirmesinde bulundu.

Başbakan Davutoğlu, "Kandil'den gelen açıklamalardan bir tanesinde 'Nisan'da yapılacak kongrede Öcalan'da olacak' deniliyor, 'silah bırakma ve sınır dışına çekilme en son aşama' deniliyor. Bütün bunlarda zaman zaman tehditkar bir ton dikkati çekiyor, ne dersiniz?" sorusuna da şu yanıtı verdi:

"Zaten kastettiğim bu. Sanki hiç üzerinde konuşulmamış konular, konuşulmuş gibi gündeme getirilip, sonra o varsayım üzerinden imalı dil kullanmak. İşte biz buna gelmeyiz. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, Türkiye Cumhuriyeti devletine dönük olarak, imalı da olsa bir tehdit dili kullanamaz. Bu konuda en fazla rahatsızlık duyan da bölge halkımız. Şu anda bölge halkında, 6-7 Ekim olayları sonrasında tekrar bir güven hissi uyanmaya başladı. Çünkü çözüm süreci işliyor, taraflar konuşuyor, görüşüyor ve kamu düzeni anlamında da ciddi tedbirler alındı. Bölgeden gelen bütün mesajlar son derece olumlu. Böyle bir olumlu atmosfer içinde tekrar şiddet dilini ima edecek şekilde bir şey kullanmak, silahların terk edilmesi vesaire, bunları sanki bazı şartlar yerine getirilirse olacakmış gibi bir ifade kullanmak kabul edilebilir bir husus değil.

Zaten silah taşımak başlı başına olmaması gereken bir durum. Türkiye, Suriye gibi, Irak gibi kamu düzeninin sarsıldığı bir ülke değil. Bu tarz açıklamalar sürece fayda vermiyor. Sık sık açıklama yapmak, açıklamada tarih vermek, yine açıklamada şu veya bu şartı koşuyormuş gibi bir görüntü vermek sürecin doğasına zarar veriyor. Süreç kendi doğası içinde son günlerde, 2 haftadır özellikle olumlu bir yönde seyrediyor. Herkesin buna özen göstermesi, bunun üzerinde titremesi lazım."

"Müzakere taslağı konusunda tek bir taslak yok"

"Müzakere taslağının kamuoyu ile paylaşılıp paylaşılmayacağı ve muhalefetin bilgilendirilmesi konusunda bir düşünceleri olup olmadığı" sorusunu da Davutoğlu, "Müzakere taslağı konusunda tek bir taslak yok. Yani o taraftan gündeme getirilen konular var, bizim benimsediğimiz temel bazı ilkeler var. Bunlar konuşularak, adım adım, yavaş yavaş, ama sakin, kararlı şekilde yürüyecek süreç" diye cevapladı.

Başbakan Davutoğlu, muhalefetin ise bütün sürece karşı çıktığını, bugüne kadar hangi konu muhalefetle paylaşılmışsa onların o konuyla ilgili süreci dumura uğratmak için çaba harcadığını anlatarak, "Yine biz bunları paylaşmaya hazırız, bu anlamda muhalefette bir ciddiyet görürsek paylaşmamak için hiçbir sebep yok. Çözüm süreci, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 yıllık tarihinde en önemli konulardan birinin aşılması anlamına gelir. Bu anlamda da hepimizin meselesidir, muhalefette dahil bütün taraflarla bu konu görüşülür ama bizim görmek istediğimiz husus, iyi niyet ve ciddiyet. Bu anlamda bir tavır görülürse tabii bazı konular vakti geldiğinde herkesle paylaşılabilinir" dedi.

Süreçte kendilerinin öncelikleri olduğunu, karşı taraftan gelen öncelikleri de ele alarak müzakere esnasında ortak bir zemin oluşturulmaya çalışıldığını dile getiren Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Pozitif ivmeden kasıt, psikolojik bir eşiğin aşılıp, daha somut konuların görüşülebilir hale gelmiş olması. Bu 2 yıldır, 1,5 yıldır sürüyor. MİT Müsteşarımızın Ada'ya gidişlerinin sıralamasına bakın, heyetlerin gidiş-gelişlerine, bizim Başbakan Yardımcılarımızın görüşmelerine bakın. Bunlar 1,5 yıldır, yeni başlayan bir süreç değil çözüm süreci. Osla görüşmeleri var, daha sonra yürüyen çalışmalar var. Son aşaması, bunun 1,5 yıl, yaklaşık 2 yıl aslında, 2012 Aralık'ından itibaren ise doğrudan görüşmelerle bu meselenin bir an önce Türkiye içinde, milli ve özgün bir proje olarak neticelendirilmesi. Herhangi bir dış faktör olmadan, kendi vatandaşlarımızla görüşerek, parlamento içindeki siyasi partiyle görüşerek bunların süratle çözülmesi yönünde adım atmak. Bu yüzden pozitif bir momentum var.

1,5 yılda 2 kez bu yavaşladı veya süreçte aksama oldu. Bir, söz verildiği halde silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesini durdurması, o terk olmuş olsaydı şu anda çok daha farklı bir yerde olabilirdik, belki de bütün süreç tamamlanabilirdi. Çözüm sürecinde ileri bir aşamaya geldi mi bir başka provokasyon çıkartılıyor. Çözüm sürecinin akamete uğraması Gezi olayları sebebiyledir. Öyle bir atmosfer oluştu ki sanki Türkiye'de büyük bir kriz beklentisi varmışcasına bir tabloyla atılması gereken adımlar ertelendi. Daha sonra biz 30 Eylül, Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde Demokratikleşme Paketi'ni açıkladık, tekrar bir ivme kattık ama daha önce üzerinde mutabık kalınan silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi ve silahlarını bırakması konusunda ilerleme sağlanamadı. Hep şu söylendi; bir yasaya ihtiyaç var. Bu sene haziran ayında bu yasa çıkarıldı, yeni hükümetimizin kurulmasıyla yasanın uygulama aşamaları oldu. Bu sefer de 6-7 Ekim olayları çıkartıldı, rastgele olmadı, çıkartıldı. Biz, tekrar treni rayına oturttuk, bu rayda hareket etmeye başladı. Bu trenin hedefe ulaşması için herkesin çok dikkatli davranması lazım. O zamandan beri bu müzakereler sürüyor, müzakere yeni başlıyor, görüşmeler yeni başlıyor gibi bir şey doğru değil. Fakat daha somut, hedefe dönük olarak görüşmelerin ivme kazandığını söylemek doğru."

Kimse molotof kokteylinin özgürlük olduğunu iddia edemez

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Molotof kokteylini eline almış kişi, saldırı niyeti taşıyor demektir yakmak, yıkmak niyeti taşıyor demektir. Dünyanın herhangi bir yerinde 'molotof kokteyli kullanma özgürlüğü' diye bir özgürlük var mı?" dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "iki yıldır diyalogtaydık, şimdi müzakere sürecine geçilecek" sözlerinin hatırlatılması üzerine Başbakan Davutoğlu, "Allah aşkına şimdi bunlar sadece bir algı oluşturmakla ilgili" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi ilanının 2013'ün Nevruz'unda yapıldığını vurgulayarak, "Mayıs ayında harekete geçildi. Şimdi tekrar o zaman niye 'silahlı unsurların Türkiye'yi terki en son aşamada konuşulur' deniyor. Demek ki daha önce mutabık kalınan bir hususta, şimdi hücum etme çabası var. Bunu HDP'ye ilişkin söylemiyorum, onlardan böyle bir şey çıkmadı. Son dönemde atıfta bulunduğunuz Kandil'den gelen açıklamayla ilgili söylüyorum" değerlendirmesinde bulundu.

Geçen sene 2013 Nevruz'unda taahhüt edilen noktalara bakıldığında, sadece diyalogla ortaya çıkan şeyler olmadığına dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, "Belli taahhütler var. Biz, o taahhütlerin yapıldığını gördüğümüzde, bu işin ciddiyetle ele alındığını görürüz. Bu, bizim demokratikleşme yönünde attığımız ve atacağımız adımları engellemez. Biz, halkımız ve her kesimle bu ve benzeri süreçlerde Türkiye'de demokrasinin derinleşmesi için her çalışmayı yaparız. Ama Türkiye'de artık şiddet ve terör kullanarak, siyasi hak talep etme döneminin bittiğinin ilan edilmesi lazım. Herkesin de hak talep edilmesinin nasıl olacağı konusunda demokratik prensipler etrafında davranma yaklaşımı olması lazım. Esas mesele, odaklandığımız nokta bu. Bunu gerçekleştirirken ne tür adımları karşılıklı olarak atmak gerekir, onu bu görüşmeler esnasında tayin edeceğiz" diye konuştu.

"Bunların daha önce olması gerekirdi, olmadı"

Davutoğlu, yakın sürede bölücü terör örgütünün Türkiye dışına çıkmasıyla ilgili olarak, şunları söyledi:

"Bunların daha önce olması gerekirdi, olmadı. Ama şu geldiğimiz pozitif atmosfer doğru değerlendirilirse bu mümkündür, mümkün olmanın ötesinde bu yönde herkes çalışmalıdır. Bir çözüm eğer yarın sabah olacaksa yarın sabah bile geçtir, mümkün olan en kısa zamanda. Burada 2 faktör var. Bir Türkiye'deki gelişmeler bir de Suriye'deki gelişmeler. Öyle bir atmosfer oluştu ki, 'bölgede başka bir konjonktür var' diye bu süreçler yavaşlatıldı. Hatta bazen fırsatçılığa dönecek şekilde bunlar farklı şekillerde kullanılmaya çalışıldı. Bizim dediğimiz burada, ne Ortadoğu bölgesindeki konjonktürel şartlara bakılmalı ne de ülke içinde çözüm süreci içinden özellikle kamu düzenini sarsacak eylemlerin sürebileceği kanaati olmamalı. Biz bu çerçevede hem kamu düzeniyle ilgili tedbirleri almaya devam edeceğiz hem de en kısa sürede silahların tümüyle terk edilmesi ve silahlı grupların Türkiye'yi terk etmesi yönündeki çabalarımızı sürdüreceğiz."

"Bu yönde karşı taraftan bir irade görüyor musunuz?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, "Gelen bazı olumlu açıklamalar da bu şekilde bir şey var tabi. Bu konular görüşülüyor" dedi.

"Gündemimizde yok çok net ifade ediyorum"

Davutoğlu, İmralı'daki heyetin genişletilmesiyle ilgili olarak şu anda görüşmelerde Kamu Güvenliği Müsteşarlığının devrede olduğunu kaydetti.

Kurumlar arasında çok iyi bir koordinasyon olduğuna işaret eden Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Her birisi benim başkanlığımda yapılan çözüm süreci toplantılarında, 15 günde bir en geç bu konuları ele alıyoruz ve burada talimatlandırıyoruz. Yani Başbakan Yardımcımız Sayın Akdoğan'ın yapacağı görüşmelerde söyleyeceği şeyler de orada söyleniyor, Kamu Güvenliği Müsteşarımızın İmralı'ya yaptığı ziyarette ele alacağı konular da orada beyan ediliyor, bölgede sivil toplum kuruluşlarıyla yapılacak görüşmeler ya da diğer siyasi partilerle yapılacak görüşmeler de; Sayın Arınç son dönemde gerçekleştirdi, onları da orada belirliyoruz, belli bir görev dağılımı içinde. Ayrıca İçişleri Bakanlığımız da kamu düzenini sağlama yönünde atılacak adımları tespit ediyor. Bu anlamda son derece entegre, koordineli, herkesin ne yaptığının tespit edildiği bir süreç işliyor.

Zaten MİT Müsteşarımız başından beri olayın içinde ve bize arzda bulunuyor. Her 15 günde bir, gerekiyorsa da daha erken toplanıp 'süreçte şimdi buradayız, şu adım atılabilir, şunu yapabiliriz' diye son derece dikkatli, kararlı, pozitif ve vizyoner bir yaklaşımla bunu yürütmeye çalışıyoruz. Bundan sonraki aşamalarda ne olacağı konusu da bu şekilde ele alındı. Adım adım yapılabilecek çalışmalar var. Heyetin genişlemesi ya da bazı unsurların tekrar aktif olarak sürece katılmaları konuları hep ele alınabilecek hususlardır. Ama öncelikle görmek istediğimiz bu konularda bir iyi niyet ve ciddiyetin ortaya konulması."

Başbakan Davutoğlu, "Genel af bu adımların neresinde" sorusuna "Şu ana kadar böyle bir konu görüşülmedi ve gündemimizde de yok. Çok net ifade ediyorum" yanıtını verdi.

"Sadece HDP'yi ilgilendirmiyor"

İç Güvenlik ve Özgürlüklerin Korunması Reformu Paketiyle ilgili olarak Davutoğlu, paketin sadece HDP'yi ilgilendiren bir husus olmadığına dikkati çekti.

Başbakan Davutoğlu, "Bu konuda bir reform ihtiyacı olduğu son olaylarda ortaya çıktığında bunu Güney Doğu'ya, Doğu Anadolu'ya has bir uygulama gibi hiç düşünmedik, böyle bir şey söz konusu değil" dedi.

Türkiye'nin her yerinde ve içinde uyuşturucuyla mücadele de dahil birçok konunun yer aldığı bir paket olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Özellikle altını çiziyorum ve hep vurguladım; toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı, bütün vatandaşların hakkıdır. Eğer bir grup, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını, şiddet kullanma hakkını ki böyle bir hak olamaz, molotof kullanma hakkına dönüştürüp, diğer vatandaşların can güvenliğini tehdit ediyorsa işte burada özgürlükleri sınırlayan, kısıtlayan bi durum var demektir. Birçok açıklama yapılıyor, molotof kokteyli atan kişiye, niye silahlı kişi muamelesi yapılsın? Bunu Sayın Demirtaş da bir keresinde vurguladı. Çok açık bir şekilde söylüyorum, molotof kokteylini bir insan niye eline alır?

İç Güvenliği Reformunda iddialı şekilde İç Güvenlik ve Özgürlüklerin Korunması Reform Paketinde uluslararası standartlarda, gelişmiş standartlarda olmayan hiçbir şey yok, olanlar arasında da hiçbir şey eksik bırakılmış değil. Hangi ülkeyi istiyorlarsa çıkarsınlar, Almanya'nın İngiltere'nin İsviçre'nin Amerika'nın standardı mı... Bu ülkelerde de özgürlüklerin korunması için o özgürlükleri, ortadan kaldıracak şartların oluşmasını da engelleme çalışması var."

"Diyarbakır annelerine, bu zihniyet şans verdi mi?"

Başbakan Davutoğlu, "molotof kokteylini eline almış kişi, saldırı niyeti taşıyor demektir yakmak, yıkmak niyeti taşıyor demektir" diyerek, şunları kaydetti:

"Dünyanın herhangi bir yerinde 'molotof kokteyli kullanma özgürlüğü' diye bir özgürlük var mı? Önce bunu tanımlayalım, varsa getirsinler veya herhangi bir ülkede molotof kokteyli kullananlara cezai müeyyidenin yok olduğu bir ülke var mı? Amerika'da bazı eyaletlerde ömür boyu hapse kadar giden ağır cezalar var bu konuda, Avrupa'da da var. Peki Türkiye'de barışçıl gösteri yapmak isteyenler, aynı gün gösteri yapmak istediklerinde 6-7 Ekim olaylarını düşünün; bunlardan memnun olmayan ya da farklı bir görüşte bir grup vatandaşımızla Diyarbakır sokaklarında ya da İstanbul'un bazı semtlerinde gösteri yapmak isteseydi yapabilir miydi, yapamazdı. Peki onların toplantı gösteri yürüyüşü yapma hakkı yok mu? Mesela terörü kınamak için ve Diyarbakır anneleri örneğinde olduğu gibi. Kaçırılan çocuklarının geri dönmesini talep eden Diyarbakır annelerine, bu zihniyet Diyarbakır'da şans verdi mi? Baskı ve şiddetle Diyarbakır Belediyesi önünden çıkarıldılar. Peki bir tek size mi ait toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı? Evlatları kaçırılan, 'kaçırılan' diyorum; anneler, babalar bu özgürlük hakkını kullanamayacaklar da elinde molotof kokteyli olanlar mı bu özgürlük hakkını kullanacaklar? Burada netleşelim. Bu pakette evrensel demokrasi ve standartlarına aykırı hiçbir husus yoktur."

"Komisyonlarda sürecin tamamlanması ardından iç güvenlik paketi Genel Kurula gelecek"

Davutoğlu, TBMM'de ilgili komisyonlarda sürecin tamamlanmasının ardından iç güvenlik paketinin Genel Kurula ineceğini, bir ay içinde yasalaşmasının beklendiğini söyledi.

Hiçbir şekilde bunun müzakere meselesi yapılmayacağını, vatandaşların can güvenliğinin önemli olduğunu dile getiren Davutoğlu, can güvenliğinin her şeyden önemli olduğunu vurguladı.

Yasin Börü'nün ailesinin feryadını dinlediğini, ama Börü katledilirken zılgıt çekenleri de dinlediklerini anlatan Davutoğlu, "Bu mu özgürlük? Burada herkesin empati yapması lazım. 'Benim toplantı, gösteri, yürüyüş hakkım varsa başkasının da var' demesi lazım" dedi.

Davutoğlu, bazı kesimlerin bunu yapmadığını, "sadece benim sözüm geçer" demeye çalıştığını ifade ederek, bu noktada en fazla da Kürt vatandaşlara zulüm uygulandığını ancak bunun olmaması gerektiğini belirtti.

"Burada bu olmadığı zaman, böyle bir molotof kokteyli kullanmak gibi şiddet unsuru içeren şey olmadığı zaman kimse toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını kısıtlamaz, hiç kimse kısıtlamaz" diyen Davutoğlu, ancak kalaşnikofla ya da molotof kokteyli ile açık şekilde silahla gelinmesi, silahlı çatışma niyetinin bulunması halinde toplantı ve gösteri yapma özgürlüğünden bahsedilemeyeceğine işaret etti.

Davutoğlu, bunun bütün Türkiye için geçerli bir düzenleme olacağını, başka niyetle başka grupların da aynısını yapması halinde fark etmeyeceğini, ülkede kamu düzeninin ihdas edileceğini, bundan herkesin istifade edeceğini bildirdi.

"Şiddet müzakere konusu değil"

"Paket müzakere meselesi değil diyorsunuz" ifadesi üzerine Davutoğlu, "Tabi hayır yani bunu Meclise gönderdik. Eleştirilebilir, geliştirmek için teklifler gelirse bu göz önüne alınabilir ama bu paketin özünde olan toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında bu özgürlükleri kullanırken şiddet ve molotof kokteyli de dahil hiçbir şiddet unsurunun kullanılmaması konusu müzakere konusu değil" diye konuştu.

Güzel ve ufuk açıcı tekliflerin değerlendirilebileceğini bildiren Davutoğlu, "Ama kimse bize molotof kokteyli kullanmanın bir özgürlük olduğunu iddia edemez" dedi.

Molotof kokteyli ile vücutları yanan kişilere dikkati çeken Davutoğlu, herkesin olayı bu perspektiften görülmesi gerektiğini belirtti.

"Teenni dili kullanıyoruz"

"Seçimler öncesi belli bir noktaya gelinebileceği konusunda, herkesin mutabakata varabileceği bir noktaya çözüm sürecinde gelinebilecek mi? İzleme kurulu hala gündemde mi?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Kesinlikle gelebiliriz ama artık sütten ağzımız yandığı için teenni dili kullanıyoruz, dikkatli dil kullanıyoruz. 1 Ekim'de bana bunu sorsaydınız kesinlikle derdim. Ama 6 Ekim'de bizimle yapılan görüşmelere rağmen gelinen noktayı görünce şimdi teenniyle... Bizim makamımız teenni makamıdır, tedbir makamıdır aynı zamanda. Hani bir gereksiz ümit, beklenti oluşturmak, bir heyecan oluşturmak. Bir heyecan oluşturmak güzeldir de temelsiz bir beklenti oluşturmak doğru değil. Bir heyecan anlamında hepimiz bu meselenin çözümü konusunda heyecanlıyız, kararlıyız fakat artık biraz daha teenni ve tedbiri birlikte götürerek bu süreci yöneteceğiz."

İzleme kurulu ile ilgili değerlendirmesi de sorulan Davutoğlu, "Bu izleme kurulu şeklinde değil, adı şu veya bu şekilde olur ama akil insanlar heyetiyle yaptığım görüşmede de kanaatlerini almıştım. Akil insanlar heyeti içinde bir şekilde bu misyonu devam ettiren bir grup arkadaşla çalışma yürütülebilir" dedi.

Davutoğlu, konuyu bildikleri için bunun omurgasının akil insanlar heyetinden oluşturulabileceğini, bunların toplum tarafından da kabul edilen kişiler olduğunu belirterek, yeni isimler eklenebileceğini, yeni unsurlar olabileceğini söyledi.

Bu konunun nereye gidilirse gidilsin yerel kanaat önderleriyle sivil toplum kuruluşlarıyla görüşülmesi için talimat verdiğini belirten Davutoğlu, her yerde bunu yapmaya özen gösterdiklerini, eşit vatandaşlık ve demokratik sistem içinde özgürlükçü şekilde görüşleri paylaşma ve buradan sonuç üretme bilincinin yaygınlaştırılması gerektiğini bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, akil insanlar heyetinin bu konuda çok güzel çalışmalar yürüttüğünü anımsatarak, yeni çalışma gruplarının oluşmasının düşünülebileceğini, sürecin takibi anlamında da bunların rol üstlenebileceğini ancak şu anda varılmış bir mutabakat olmadığını vurguladı.

Yargıtay'ın Avcı kararı

Paralel yapıyla mücadele ve Yargıtay'ın Hanefi Avcı'nın hapis cezasını onaması kararıyla ilgili soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Tamamıyla burada bir anlamda biz hala güçlüyüz mesajı var. Yani hatırlarsanız bir ara neredeyse sembolleşmişti 'dokunan yanar' gibi bir kavram. HanefiAvcı yazdığı bir kitap sebebiyle daha şey aşamasında bir örgüt mensubu gibi gösterilerek ki Hanefi Avcı'nın emniyetteki geçmişi de bu anlamda biliniyor. Bir takibata uğradı ve bu Yargıtay aşamasında da sanki çok acele bir süreç varmış gibi neticeye bağlanmaya çalışıldı. Normalde yargı süreçleriyle ilgili dikkatli konuştum hiçbir zaman yargıyı yargılayıcı bir tutum takınmamaya özen gösterdim. Ama bunun zamanlaması, tam da Yargıtay'da yeniden yapılanma süreci başlamış ve yeni bir yasa gündeme gelmişken sembolik bir davada neredeyse 'pazardan mal kaçırır' tabiri vardır, böylesine acul bir karar almak bir tek şeyle izah edilebilir, (biz hala buradayız ve hala bizimle ilgili şu veya bu kanaati serdedenler bilsinler ki onlarla hesabımızı görürüz)."

Bugün bazı gazetelerde aydınların bildirisinin yer aldığını anımsatan Davutoğlu, bu aydınların önce bunu sorması, sorgulaması gerektiğini vurguladı.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Hanefi Avcı, Ahmet Şık ve diğer olaylarda açık fikir, sadece fikir beyan ettiği için. Hatta bu kavram biraz Arapça olduğu için herkes farklı bakıyor. Tahşiye denilen grubun da nihayette işlediği suç, hani 14 Aralık'ı kast ediyorum, bu grubun, paralel yapının hoşlanmadığı bir dini görüşü savunmak ve bu paralel gruba dönük eleştiri getirmek. Şimdi görülüyor ki bu paralel yapı emniyet ve yargıda öylesine odaklanmış ve öbeklenmiş ki kendisiyle ilgili olarak eleştiri getirenleri dahi bir örgüt suçuna sokup, tesirsiz hale getirmek hatta mümkünse tasfiye etmek. Hanefi Avcı olayı ile aslında bu tahşiye olayının paralelliği burada. Onlar da bir kitap yayınında bu paralel yapıyı eleştirdiği için 2010'da bir baskıya maruz kaldılar, Hanefi Avcı da. Şimdi burada bütün özgürlükçü düşünenlerin hepimizin koruması gereken husus insan hakları perspektifinde bu tarz sadece farklı kanaat beyan ettiği için cezalandırmanın ve bu cezalandırmanın da sistem içinde yargı emniyet arasında ortaya çıkan bir network üzerinden yapılmasının demokrasiyi nasıl dumura uğratacağı konusudur."

"Başarılı olsalardı Avcı gibi suçlanıyor olacaktık"

"Hanefi Avcı'nın hangi terör örgütünün üyesi olduğunun, ne yaptığının, o kitabı yazmamış olsaydı örgüt üyesi olarak görülür müydü" sorularının sorulması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, 25 Aralık'ta paralel yapının başarılı olması durumunda, kendilerinin de uluslararası teröre destek ya da birtakım örgütsel yapıların içinde olmaktan Avcı gibi suçlanabileceklerini belirtti.

Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"MİT operasyonları nereye gidiyor? MİT operasyonunda hedef orada görevini yapan MİT mensupları mıydı? Hayır. Onun arkasından MİT Müsteşarımıza, onun arkasından Başbakanımıza, bana, Genelkurmaya, bu operasyonun içinde kimler varsa ki bu operasyon MİT operasyonu değil. MİT'in yaptığı faaliyet MİT faaliyeti değil devlet faaliyetidir. O faaliyet içinde karar mekanizmasında olan herkese dönük olarak 19 Ocak'ta bir şey başlatıldı. İşte darbe girişimi olan husus bu. Peki biz bunları... Zaten bu yola çıkan Adnan Menderes'in akibetini de bilerek çıkar, diğer bu yolda fedakarlık yapanı da. Bunlardan biz korkmayız. Ama herkesin şunu sorması lazım. Böyle bir darbe teşebbüsü başarılı olup bize dönük bu şiddet uygulandığında şu anda bu imzayı atan aydınlar veya bu grupla şu veya bu şekilde teması olanlar özgürce yaşayacaklar mıydı? Hayır. Onlar da farklı bir kanaat serdettiğinde onlara da aynı uygulama yapılacaktı Hanefi Avcı gibi. Çünkü nihayet burada bir tekleştirme şeyi var."

"Basın sınırlaması var" denilmesine rağmen 14 Aralık'ta yürütülen soruşturmayla ilgili her türlü yayının yapıldığına işaret eden Davutoğlu, "Peki ya onlar hakim olsaydı acaba Hanefi Avcı kitap basabilecek miydi? Zaten basamadı ya, nihayet şey oldu. Peki ya onlar bu şekilde bir paralel yapıyla benim düşüncem dışında herkesin düşüncesi yanlıştır kanaatine sahip bir grup devleti ele geçirmiş olsaydı bugünkü özgürlükler korunabilecek miydi? Ama olmadı. Niye olmadı? Dönemin Başbakanı dedikleri Başbakanımız şimdi bugünün Cumhurbaşkanı. İşte bir yılın özeti bu. Dönemin Başbakanı dedikleri kişi, bugünün Cumhurbaşkanı" dedi.

"O zaman mücadeleyi siz başarılı görüyorsunuz" sorusu üzerine Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

"26 Mayıs 1960'ta muhtemelen darbe yapanlar, muhtemelen 'dönemin sabık başbakanı' diye dosyalar hazırlamışlardı Adnan Menderes için. Bir yıl sonra Adnan Menderes ayakta kalabilseydi Türk demokrasisi darbe yemezdi. Olmadı, Allah rahmet eylesin. Burada açık bir şekilde olayı sadece 17 Aralıkla veya yolsuzluklarlailişkilendirme çabaları için söylüyorum. Bu daha önceden başlayan 2009, 2010'dan itibaren başlayan 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarına dönük operasyon, arkasından işte Hanefi Avcı hepsi bunların bir parçasıydı. Kendisi gibi düşünmeyen herkesin sindirilmesi, bastırılması. Sonra da en sonunda seçilmiş, meşru hükümetinunsurlarına, kurumlarına dönük operasyonlar. MİT ve diğerleriydi. Arkasından Dışişlerindeki dinlemeler de dahil. Şimdi biz bu yapıya karşı sessiz mi kalacağız? Yani bunlar istedikleri gibi örgütlenecekler, her yere sirayet edecekler ve özgürlüklerimiz bu anlamda tehdit altına girdiğinde toplum sessiz mi kalacak?"

Başbakan Davutoğlu, bunun, hükümetle ilgili yönü bulunmakla birlikte hükümetle ilgili bir mesele olmadığını vurgulayarak, hükümetin alacağı tedbir dışında, herkesin kendisine, "Ya onlar başarılı olsaydı şu anda Türkiye'de ne olurdu" sorusunu sorması gerektiğini belirtti.

Dikkatli ve temkinli olmaya özen gösterilmeli

Hanefi Avcı’nın bütün bakanların dinlendiğini, yeni komploların ortaya çıkacağını ve paralel yapının suçlarının henüz yüzde 10’unun ortaya çıkmadığı yönünde açıklamalarının bulunduğunun ifade edilmesi ve seçim döneminde yaklaşmasıyla yeni bir şeyler bekleyip beklemediğinin sorulması üzerine Davutoğlu, hep dikkatli ve temkinli olmaya özen göstermek gerektiğini söyledi.

Çözüm sürecinde ne zaman ileri bir aşmaya gelinmişse ve Türkiye’nin kaderini etkileyecek bir seçim ne zaman gündeme gelirse hep bir takım illegal hareketliliğin olduğuna işaret eden Davutoğlu, bir de yeni anayasa gündeme geldiğinde bazen bu hareketliliklerin yaşandığını ifade etti.

2007 seçimleri öncesi e-muhtıra, 2004 seçimlerinde Kıbrıs müzakereleri yürütülürken “genç subaylar” manşetleri ve 2009 seçimleri öncesi AK Parti kapatılma davasının gündeme geldiğini belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Eğer başarılı olsalardı nasıl bir Türkiye olurdu, bir an hayal edelim. Geçen sene niye aralık ve ocakta bu yoğunlaştı. Çünkü 30 Mart seçimleri vardı,10 Ağustos seçimleri vardı ve 30 Mart seçimlerinde AK Partiyi ve bizleri sendelete bilselerdi darbeyi 10 Ağustos’ta vuracaklar ve halkın iradesi dışında mümkünse, biraz da bir algı operasyonuyla AK Parti kadroları dışında bir cumhurbaşkanı gelmesinin önünü açmaya çalışacaklardı. Böylece cumhurbaşkanlığı makamımda AK Parti dışında eğer 30 Mart’ta mümkünse AK Parti’den tümüyle kurtulmak. Olmadı, kazandık. O zaman AK Partili olmayan bir cumhurbaşkanı getirip, hükümetin üzerinde, şu anda geçmiş bir cumhurbaşkanı olduğu için olumsuz bir şekilde anmıyorum ama nihayet yaşadığımız zorluklar itibarıyla söylüyorum Ahmet Necdet Sezer dönenimi, bir denetim, AK Parti’nin kararlarının uygulanamadığı vesaire bir dönem. Böyle bir denetim. Bu da olmada o zaman AK Parti içinde acaba bir hareketlilik sağlayabilir miyiz çalışmaları yürütüldü. Biz bunu biliyoruz."

Yeni bir seçime gidildiğini belirten Davutoğlu, her seçimin önemli olduğunu ama 2015 seçimlerinin Türk siyasetinin en önemli seçimlerden birisi olduğuna işaret etti.

Davutoğlu, istikrar devam edecek mi etmeyecek mi gibi yansıtıldığına işaret ederek, oy oranların bakıldığında görev değişimlerinden sonra AK Partinin oy oranlarının düşmediğini, istikrarını koruduğunu bildirdi.

Davutoğlu, “Şu anda gelen bütün şeyler yüzde 48 ile 52 arasında. 48’den aşağı düşen yok. 49 buçuğu bir şey alın artı 2 eksi 2 oradan alabilirsiniz. Öyle ya da böyle hep rüyaları, hayalleri AK Parti’yi yüzde 40 bandına indirebilir miyiz ve bu anlamda milletin AK Parti ile ilgili beklentilerini sarsabilir miyiz” diye konuştu.

10 Ağustos öncesi AK Parti kadrolarına ilişkin bir çok yorum yapıldığını ifade eden Davutoğlu, bu yorumları boşa çıkaran tüm milletvekillerine ve teşkilata teşekkür etti.

AK Parti’nin kongre sürecinde tek bir fire vermediğini belirten Davutoğlu, bunun guruplarının asaletini ve davaya bağlılıklarını gösterdiğini söyledi.

Her hafta sonu 3 veya 4 ilde olduğunu ve her yerde büyük bir heyecan yaşandığını aktaran Davutoğlu, böyle bir tablo olunca AK Partide motivasyon eksikliği ve 12 yılın yorgunluğunun bulunmadığını, tüm kongrelerinin hareketli olduğunu ifade etti.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bir CHP’nin yaptığı toplantılara bakın bir bizim yaptıklarımıza. Bir onların açıklamalarına bakın bir bizimkilere. Açık bir şekilde bir tarafta vizyon heyecan ve yeni bir hamleyle yeni bir Türkiye kavramı etrafında bir kenetleme var. Diğer tarafta Şişli Belediyesi sebebiyle parti neredeyse 3’e 4’e bölünecek. Bir tablo var. Bir belediyedeki konuyla ilgili. Bunu şunun için zikrediyorum bütün bunları gördükleri için artık AK Parti üzerinde de bir operasyonun mümkün olmayacağını anladıkları için başka nerelerden bizi rahatsız edebilirler, hani Hanefi Avcı’nın ifadelerinden hareketle söylüyorum, seçime kadar açık söyleyeyim bir çok şey karşımıza gelebilir, çıkartabilirleri, bir istihbari bir şeyde söylemiyorum. Bunu, daha çok şimdiye kadar seçimlere giden süreçlerde yaşananlarla, sadece şimdi değil 27 Mayıs’ı düşünün bir sene sonra seçim olacaktı darbe olmamış olsaydı niye beklemediler seçimi. 12 Eylül’de aynı şekilde bir sene sonra seçim olacaktı.12 Mart, 28 Şubat’ta. Hep seçimlere gidip de milli iradenin tecelli edeceği anlarda şu veya bu vesayet anlayışı, şimdi bu paralel yapı acaba o iradeyi yönlendirebilir miyiz gibi bir yaklaşım içine giriyorlar ama biz aşılıyız. Aradaki Fark bu. AK Parti kadroları bir kere bu tür komplolara karşı aşılı ikincisi komploların karşısında vizyoner bir yaklaşım, bir aşk var, bir heyecan var, ben bunu görüyorum."

Çok yoğun bir tempoda çalıştıklarını belirten Davutoğlu, "Ama heyecan veren şu bütün bu komplolara, bütün bu sistemi by pass ederek mümkün olduğunca derinden başka çalışmalarla milli iradeyi şekillendirme faaliyetlerine karşı çok güçlü, derinden, dipten gelen bir dalga var. Bu dalga Türkiye’yi iddialı bir ülke konumunda tutma davası” diye konuştu.

"Yeni ses kayıtları ya da görüntüler beklemek doğal mı ozaman" diye sorulması üzerine Davutoğlu, "Olabilir. Bundan çekiniyor muyuz? Hayır. Kim ne varsa elinde, ortaya koysun. Hiçbir şekilde bir kaygımız yok. Ama komplolarla işte bir takım düzmece şeylerle ve toplumda algı operasyonu, dikkat ediniz isim vermek istemiyorum uluslararası medyada, medya ile de bir mesele hiçbir zaman gözetmedim ama normal şartlarda çok geç refleks veren çevreler bir anda paralel yapıyla ilgili gelişme olduğunda nasıl çabuk refleks veriyorlar. Hanefi Avcı’nın haksız yere mahkumiyetine ya da bu Tahşiye grubu içindeki insanların haksız yere mahkumiyetine sesini çıkarmayanlar nasıl bir anda hareketleniyorlar. Çok açık bir şey. Tekrar söylüyorum. Hükümet olarak biz yönetmiş değiliz yönlendirmiş değiliz bir yargı süreci ama bu guruba karşı, 14 Aralık’ta mağdur edilmiş gruba karşı, onların şikayetleri üzerine başlatılan dava, bir hak arama davasıdır, insan hakları davasıdır."

Bunu defaten söylediklerini hatırlatan Davutoğlu, Tahşiyeciler grubun haksız yere terör örgütü olarak ilan edilip 17 ay hapis yattığını söyledi.

Avcı’ya yapılan muamele aslında 14 Aralık'a verilen bir cevap

"Hanefi Avcı ile onlar arasında bu anlamda bir fark yok” diyen Davutoğlu, "Avcı’ya yapılan muamelenin aslında 14 Aralık'a verilen bir cevap bir anlamda. Yani bizim mağdur ettiklerimizin siz haklarını korursanız biz tekrar mağdur etmeye devam ederiz. Mesaj bu ise bu ülkede, her bir vatandaşın haklarını korumak için ne gerekiyorsa yaparız. Seçime de giderken sığınacağımız tek şey milletimizdir. Gelebilecek herhangi bir komplo ya da sabotaj türü, demokrasiye sabotaj anlamında söylüyorum, faaliyetler karşında aşılıyız. Gerekli tedbirleri alırız" ifadesini kullandı.

Kendisine ve bazı önemli üst düzey yetkililere, Zaman Grubu'nun Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın bir mektup gönderdiği ve basın özgürlüğünün ciddi tehdit altında olduğundan dem vurulduktan sonra Zaman ve Samanyolu Televizyonu Gruplarına el konulup kayyuma devredileceğinin iddia edildiğinin ifade edilmesi ve kendisine böyle bir mektubun ulaşıp ulaşmadığının sorulması üzerine Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Hayır, böyle bir mektup bize ulaşmadı. Ama düşününüz bu nasıl bir medyaya sınırlama getirmek ki bir yıldır bu bahsi geçen yayın organları her gün, her gün Sayın Cumhurbaşkanımıza, bizlere, hükümete söylenebilecek en ağır ifadeleri söylüyorlar. Yapılabilecek eleştirinin sınırlarını çoktan aşmış olan her türlü haberi yapıyorlar. Ve hala yapıyorlar. Herhangi bir sınırlamaları var mı? Yani televizyonları mı kapatıldı? Gazetelerine el mi kondu? Bunları olabilir diye söylemiyorum, yok böyle bir şey. Kendileri böyle bir şeyleri çıkartarak biraz da bir baskı atmosferi oluşturup tahrik ediyorlar. Gerçekten üzülüyorum. Şu anlamda, bu gazetelerin ve yayın organlarının o hale gelmesi için benimde şahsen tanıdığım o kadar samimi masum insanın emeği, helal parası katkısı var ki. Anadolu da ne paralar toplandı. Hep bu yayın organları üzerinden hayır konuşulacak, hayra davet edilecek."

"Katkıda bulunmadım"

Kendisininde katkıda bulunup bulunmadığı sorusuna karşılık da Davutoğlu, "Hayır katkıda bulunmadım hiçbir zaman" yanıtını verdi.

Ama herkesin bildiği, katkıda bulunan çok geniş bir toplumsal kesim bulunduğuna işaret eden Davutoğlu, bu insanların hayır konuşulsun diye katkı verdiğini söyledi.

Davutoğlu, bu yayın organlarındaki haberlerde bir tek olumlu haber bulunmadığına dikkati çekerek, Mavi Marmara olayı olduğunda, İsrail’in otoritesini kastederek "Biz müspet hareketiz, otoriteye tabii olmak ve müspet davranmak gerekir" diyenlerin şimdi menfi olan ne varsa sadece onu işlediğini kaydetti.

Toplumda karamsarlık oluşturacak, morallerini bozacak yayınları temel yayın politikası gibi işlediklerini aktaran Davutoğlu, yayınlarda her türden cinayet ve umutsuzluk haberlerinin yer aldığını söyledi.

Bunun halen yapılmaya devam edildiğini ve herhangi bir sınırlama bulunulmadığını dile getiren Davutoğlu, bu yayın organlarına iyi niyetle destek veren vatandaşların, bu faaliyetlere baktıklarında mukayese edeceklerinden emin olduğunu bildirdi.

Davutoğlu, şimdiden bu tür haberlerle batıda bazı çevrelerin hareketlendirilmeye çalışıldığına işaret ederek, tarihte Türkiye’de dış kaynaklı çok hareket geliştiğini belirtti. Ama hiçbir dönemde Türkiye dışında Türkiye’yi kötüleyecek bu çapta kampanya yürüten ikinci bir tecrübe bulunmadığının altını çizen Davutoğlu, şunları söyledi:

"Yani Brüksel’de odaklanacaksınız, Newyork’ta, Washington’da belli merkezlerde ve Türkiye aleyhine ne kadar yayın yapılabilecekse o kadar yayın yapacaksınız, Türkiye’yi kötülemek için ne söylenecekse onu söyleyeceksiniz. Düğmeye basılmış gibi aynı tür makaleleri her yerde yayınlatacaksınız. Yani gerçekten artık herkesin bir muhasebe yapması lazım. Bunlar basın özgürlüğü içinde hepsi değerlendirilebilir hepsi yayınlanabilir, yayınlıyorlar da. Neler yayınladılar. Herhangi bir engel mi geldi, herhangi bir kısıtlama mı geldi? Hukuki bir süreç işlerken dahi normalde gidip herhangi bir vatandaş, yani bir gazetenin genel yayın yönetmeni değil de herhangi bir vatandaş ifade vermeye çağrıldığında hangi suretle olursa olsun normalde gidip verebileceği ifadeyi, vermesi gereken ifadeyi vatandaşlık görevi olarak yapması gereken şeyi büyük bir şov ile yaptılar.Her hangi bir şiddet mi uygulandı?"

"Onların emniyette ve yargıda hakim olduğu dönemde sabahın köründe insanların hayatları zehredilirken niye ses çıkmıyordu? Bu bağlantılar üzerinden aydınlar, bir çok suçsuz insan veya dini cemaatler biraz önce zikrettiğim cemaatler gibi terör örgütü suçlamalarıyla götürülürken niye ses çıkmadı?" diye soran Davutoğlu, o zaman ses çıktığında yine bizim hükümetin eleştirildiğini anlattı.

"Kamu düzenini sağlamak zarurettir"

"Yani onlar perde gerisinde bunları planlarken yine hükümetimize dönük eleştiriler yapıldı. Ahmet Şık olayında olduğu gibi diğer olaylarda olduğu gibi" diyen Davutoğulu, şu ifadeleri kullandı:

"Ama burada iki konuyu vurgulamak isterim. Nasıl çözüm süreci ile kamu düzenini arasındaki irtibat, kamu düzenini sağlamak zarurettir. Ben burada bu ülkenin ağır sorumluluğu üstlenmiş ve bu sorumluluğu yerine getirmekten başka zihninde ve gönlünde hiçbir niyet taşımayan birisi olarak bir vatandaş olarak da şunu söylüyorum bu devleti bir daha bu tür yapılar üzerinden kim veya ne niyetle olursa olsun dini görünümlü olsun seküler laik görünümlü olsun hiçbir topluluğun bu devletin mekanizmalarını kullanmak suretiyle vatandaşlarının bir kesimine böylesine haksızlık yapmalarına izin verilmeyecek. Aksi takdirde kimsenin özgürlüğü garanti altına alınamaz. Basın özgürlüğü bu çerçeve içerisinde aynı ölçülerde değerlendirilmesi lazım. Türkiye'de 12 yıl geçti hiç gazete kapatıldı mı, herhangi bir gazetenin kapatıldığını duydunuz mu? "

Kendilerinin döneminde herhangibir gazetenin kapatılmadığını vurgulayan Davutoğlu, herkesin görüşünü söyleyebileceğini ancak bunu söylerken başka insanların özgürlük alanlarını yok edemeyeceğini ifade etti.

Davutoğlu, soruşturmanın da gazetecilik faaliyetlerine, yazılanlara ilişkin olmadığını belirterek, bir gurubun mağduriyetine yol açan operasyonla ilgili soruşturma yürütüldüğünü söyledi.

Hukuki süreçin sonunda ne olduğunun görüleceğini vurgulayan Davutoğlu, operasyonun hükümetin talimatıyla yapılmadığına işaret etti.

Davutoğlu, "Ama böyle bir çabayı yürütenler kimlerse bilsinler ki yani bu tür vatandaşların hayatını karatmaya dönük olarak, hükümet, her zaman bunların karşısında yer alacak ve bu şekilde işleyen yargı süreçlerinin objektif yargı kuralları içinde işlemesi konusunda da her türlü tedbiri alacak" dedi.

"Hukuk devletinde kimsenin imtiyazı yoktur"

Başbakan Davutoğlu, Fethullah Gülen hakkında kırmızı bülten çıkartılmasına ilişkin soru üzerine, şöyle konuştu:

"Hukuk devletinde kimsenin imtiyazı yoktur. Kimseye pozitif veya negatif anlamda ayrımcılık yapılmaz. Herhangi bir işlemle ilgili yargı böyle bir talepte bulunduğunda bunun belli bir prosedürü var. Bu taleple birlikte bu prosedür uygulanır ve gereken neyse yapılır. Yani Türkiye'de herhangi bir şahıs, isim rastgele çok sık rastlanan isimlerden, Mehmet Kaya diye bir isim varsa yani Kaya soyadı çok rastlandığı, Mehmet adı da çok rastlandığı için söylüyorum, yapılacak işlem ne idiyse Fethullah Gülen'e de aynı işlem uygulanır. Ne eksiği, ne fazlası. Bu toplumda, bu ülkede, bu hukuk devletinde kimsenin negatif ayrımcılığa tutulmasına izin vermeyiz, kimsenin pozitif bir ayrımcılıkla imtiyazlı görünmesine de tahammül göstermeyiz."

Bu konuda normal sürecin işletileceğine işaret eden Davutoğlu, "Sonuçta herkes de hesabını verir. Aksi takdirde yurt dışında olmak veya şu vasfı, bu vasfı taşımak dolayısıyla kimseye farklı bir muamele yapılamaz" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, "Kırmızı bültenin muhatabı olacak. Muhatap da ABD. ABD'nin nasıl bir tepki göstereceğini düşünüyorsunuz?" sorusuna, "Ülkeler arasında bu konuda ahdi anlaşmalar vardır. Bunun gereği neyse ABD'den de onu yapmasını bekleriz" cevabını verdi.

"Bu konunun ikili ilişkilerde yeni bir sıkıntı kaynağı oluşturacağını düşünüyor musunuz?" yönündeki sorusunu Davutoğlu, "Zannetmiyorum. Bu konularda objektif uluslararası hukuk kuralları neyse o işler" diye yanıtladı.

"Evrensel demokrasi değerlerine dayalı sistemlerde olmayan hiçbir şey Türkiye'de olmayacak"

Başbakan Davutoğlu, "TİB merkezinde dinlemelerin nasıl yapıldığı bir türlü çözülemedi ve dolayısıyla binanın gömülmesinin planlandığına dair bir haber çıktı. Böyle bir şey sözkonusu mu?" sorusu üzerine, şunları söyledi:

"Burada bir tedbir alacağız çünkü maalesef TİB, bu anlamda birçok suçun geçmişte işlendiği, haksız dinlemelerin, yasadışı dinlemelerin yapıldığı, insanların özel hayatlarının tehdit edildiği, mahremiyetinin yok edildiği birçok uygulamaya şahit oldu. Orada artık sağlıklı olarak bu fonksiyonun yürütülmesi mümkün değil. Çok açık bir şekilde söylüyorum, böyle bir kurum ki bu kurum zaruri, nihayet iletişim çağında böyle bir yapıya ihtiyacımız var ama bu kurumun yeniden yapılandırılması da zaruridir. Bu yeniden yapılandırılmada kesinlikle örgütlü bir şekilde bu iletişim imkanlarını kullanarak vatandaşlarımızın hukukunu zedeleyen ya da devlet güvenliğine halel getiren hiçbir faaliyetin olmayacağı şekilde tedbirler alınacak.

Siber güvenlik de dahil olmak üzere her türlü çalışma yapılacak. Bir daha hiçbir şekilde herhangi bir devlet kurumunda ki geçmişte bu anlamda o kurumda olanlar gerçekten vahimdir. Bunu öz eleştiri olarak da söylüyorum, maalesef yanlış yaklaşımlar ve yapılanmalarla bu istismar edilmiştir, oradaki atmosfer ve şimdi buna dönük olarak da her türlü tedbir alınacak. Bir daha böyle bir network ile ağ ile iletişim imkanları kullanılarak devlet otoritesi üzerinden, eskilerin 'Big Brother' dediği türden ya da Orwell'in meşhur romanında olduğu türden birileri bir masaya oturup, giden bütün telefonları dinleyip sonra da o irtibatlar üzerinden tehdit, şantaj, mahremiyeti yok etme türü faaliyetlere girmesine izin vermeyecek şekilde yeniden yapılandırılacak. Bu bizim halkımıza taahhüdümüzdür. Buna kesinlikle izin verilemez. Bir daha yasal olmayan hiçbir dinlemenin yapılmayacağı bir ortam oluşacak."

"Herhangi bir internet sitesinin güvenlikle ilgili, devlet sırları ile ilgili bir yayın yapması durumunda erişimin engellenmesi, TİB'den alınıp yeni düzenlemeye göre ilgili bakanlara ya da Başbakan'a verilecek. Buna muhalefetin itirazları var. Yanıtınız nedir?" sorusunu yanıtlayan Davutoğlu, bu konularda dünyanın her yerinde uygulanan tabirler bulunduğunu ifade etti.

Davutoğlu, bazı kişilerin dünyada uygulanan tedbirleri bilmeden Türkiye'de çok kısıtlayıcı tedbirler uygulanıyormuş gibi bir düşünceye yöneldiğine dikkati çekerek, "Dünyada olmayan, evrensel demokrasi değerlerine dayalı sistemlerde olmayan hiçbir şey Türkiye'de olmayacak. Bunu taahhüt ederiz ama dünyada bu konularda bazı tedbirler alınıyorsa, devlet güvenliği bağlamında ya da insan hakları, insan kişisel özel hayatının güvenliği bağlamında o tedbirleri de alacağız" diye konuştu.

"AK Parti'nin zaferini engelleyemezler"

Davutoğlu, CHP milletvekili Birgül Ayman Güler'in, "30 Mart seçimlerinde cemaatle işbirliği yapıldı" yönünde açıklama yaptığının hatırlatılması üzerine, bu açıklamanın çok önemli olduğunu söyledi.

CHP'nin eskiden beri antidemokratik girişimlerle yakın akrabalığı, dostluğu olduğunu anlatan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Belki en yakın örneği budur. CHP ve bazı başka partiler, kendileri halktan destek alamayacaklarını bildikleri için 17 Aralık, 25 Aralık ve 30 Mart arasında bir fırsat doğduğunu düşündüler. Bu fırsat, 'birileri AK Parti'yi yıpratsın, biz önce oyunu seyredelim, sonra o birileri ile işbirliği halinde seçim başarısına yönelelim...' Zaten bu da gizli saklı değil. Hatırlarsanız, yine bu paralel yapı tarafından açık bir şekilde, 'Her yerde AK Parti adayları dışında en güçlü kimse onunla işbirliği yapılacak, o desteklenecek' diye yayınlar yapıldı."

"Bu genel seçimlerde de devam eder mi?" sorusuna Davutoğlu, "Eder, zaten şu anda bazı, bu tür işaretler var. CHP ile HDP arasındaki bazı paslaşmalar, ilginç paslaşmalar... Diğer parti yapılanmaları içinde ortaya çıkan durumlar... Bunu yapmaya çalışacaklar ama şimdi güzel olan şey şu, çatı aday diye bir örneği var. Hepsi bir aday etrafında birleştiler ve o adayın cumhurbaşkanlığını engelleyeceğini düşündüler, ama olmadı. Şimdi de hepsi toplanınca bütün partiler birleşse dahi bir AK Parti etmiyor. Hangi kombinasyonla, nasıl bir işbirliği yaparlarsa yapsınlar nihai kertede AK Parti'nin zaferini engelleyemezler" yanıtını verdi.

"17 Aralık, kullanılan bir manivelaydı"

Başbakan Davutoğlu, "4 Bakanla ilgili komisyon karar alacaktı ama 5 Ocak'a ertelendi. Bu konudaki düşünceniz nedir?" sorusunu yanıtlarken, şu değerlendirmeyi yaptı:

"7 Şubat 2012, 17-25 Aralık 2013, 19 Ocak 2014 ve 28 Mart 2014, Dışişleri dinlemesi, MİT dinlemesi, bütün bu süreç, bir kere bir darbe teşebbüsüdür. Bundan kimsenin şüphesi yoktur, olmamalıdır. Eğer bunlardan hani sadece 17 Aralık dosyasını aldıklarında 'yolsuzluğa karşı mücadele' diye bir şey çıkartıyorlar. Peki, MİT tırlarına baskının yolsuzlukla ne alakası var? Dışişleri Bakanlığını dinlemenin ne alakası var? MİT Müsteşarını yerinden ederek o zamanki Başbakanımızı, şimdiki Cumhurbaşkanımızı hedef almanın ne alakası var? 17 Aralık, bütün bu kontekste kullanılan bir manivelaydı. Bu manivela üzerinden AK Parti'nin meşruiyeti sarsılmaya çalışıldı."

Her türlü yolsuzluğun karşısında olduklarına işaret eden Davutoğlu, "Bu, bir darbe teşebbüsüdür, kim ne derse desin. Bu darbe teşebbüsünün hedefindeki kişi, en öncelikli hedef olarak gösterilen Sayın Cumhurbaşkanımız, yolsuzluklara karşı mücadelesi dolayısıyla bütün kaynakların oluşmasını sağlayan yeni dönemin başbakanıdır. 12 yıllık dönemde nereden geldi bu kaynaklar, çalışmamız ve gayretimiz dışında?" diye konuştu.

Komisyonun kurulması için herkesin talepte bulunduğunu ama komisyonu AK Parti'nin kurduğunu bildiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Eğer AK Parti'nin çekindiği bir husus olsaydı, komisyonun kurulmasına baştan izin vermezdi. 'Ne olacaksa ortaya çıksın' diye bu komisyon kuruldu. Bu komisyon, o zamandan beri çalışıyor. Ben, hükümet görevini devraldıktan sonra da herhangi bir şekilde bu komisyonun faaliyetlerine müdahil olmadım. Bunu defalarca söyledim, şimdi de söylüyorum. Hiçbir şekilde bu komisyonun çalışmalarının objektif yürümesine kimse müdahale etmemelidir. Ben etmedim. Yasak konduğunda bunu da açıklamıştım. Bırakalım bu komisyon kendi prensipleri etrafında çalışsın ve sonuçta neye ulaşırsa, o ulaştığı sonuç üzerinden tablo ortaya çıksın.

Burada açık ve net tutumumuz budur. Burada herhangi bir şekilde ikircikli ya da bazı olayların bir şekilde örtülmesi gibi bir tavır yok. Komisyon, kendi kuralları içinde meclis iç tüzüğüne göre çalışmalarını sürdürüyor. Erteleme olayı ise yeni bazı evraklar, belgeler sunulduğu için ertelendi. Bu komisyonun ulaşacağı sonucu hep beraber görmemiz lazım ama tekrar söylüyorum, komisyon ne sonuç alırsa alsın, ne sonuca ulaşırsa ulaşsın, bu 17 Aralık'ın, 25 Aralık'ın, 7 Şubat'ın, 19 Ocak'ın, 28 Mart'ın bir darbe teşebbüsü ve halkaları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Şimdiden Kılıçdaroğlu ve birileri, 'Komisyon, şu yönde karar alırsa bu darbe teşebbüsü olma durumunu ortadan kaldırır' gibi argümanlar... Şimdiden söylüyorum, burada bir darbe teşebbüsü vardır."

Daha önce de "Kardeşimiz olsa yolsuzluk yapanı affetmeyiz" dediklerini hatırlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bilgilendirilmiş, delillendirilmiş şekilde önümüze bir yolsuzluk dosyası konulursa kardeşimiz olsa onu affetmeyiz. Benim için temel ilke budur. Cumhurbaşkanımız, görevi devraldığım gün, o da kendi teyiden söyledi. Onun da hassasiyetle üzerinde durduğu bir husustur, benim de durduğum bir husustur ama daha bu çalışmalar bitmeden, 'zaten şunlar suçluydu' demek de doğru değil, 'suçsuzdu' da demek doğru değil. Ben tutup da buradan komisyonun çalışmalarına müdahil olmadım, olmayacağım. Netice çıkar ortaya, hep beraber bunu değerlendiririz. Bunlar, o gün ve daha sonra da konuşulacak konulardır ama bizde yolsuzluğa müsamaha olmaz, kim olursa olsun. Ama yolsuzluk görüntüsü vererek bir darbe teşebbüsünü örtme çabasına da kusura bakmasınlar hiçbir şekilde ne tahammül gösteririz ne de böyle bir şeyin karşısında geri adım atarız."

"Komisyonun yapacağı çalışmaların neticesini beklemek lazım"

TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in bir gazetede yer alan ''Yüce Divan'a gitmezlerse tartışma sürer'' değerlendirmesinin hatırlatılması üzerine Davutoğlu, ''Sayın Meclis Başkanının görüşü. Tartışma her zaman sürer, gitmese de sürebilir. Yani bu tartışmalar nihayet kamuoyunda sürer. Gitse de başka tartışmaların önü açılır ama herhalükarda komisyonumuzun yapacağı çalışmaların neticesini beklemek lazım'' değerlendirmesini yaptı.

Şu anki görevi itibarıyla söylediğini belirten Davutoğlu, ''Komisyonun neticesi ne olursa olursun, Genel Kurul'da bu konuda tartışıldığında ortaya çıkacak tartışmalarda konacak tavır ne olursa olsun iki şey konusunu tekrar vurguluyorum: Bu yaşananların bir darbe teşebbüsü olduğunu ortadan kaldırmaz. İki: Şu veya bu şekilde ulaşılacak sonuç bizim yolsuzluklara karşı verdiğimiz mücadeledeki samimiyetimizi, ciddiyetimizi sorgulatmaz. Kim olursa olsun hesabını sorarız'' diye konuştu.

Davutoğlu, ''Konu, Genel Kurul'a geldiğinde milletvekillerinize yönelik herhangi bir ortak karar çabanız olacak mı?'' sorusu üzerine, öncelikle Komisyon'un ne sonuca ulaşacağının görülmesi gerektiğini belirtti.

Davutoğlu, şöyle konuştu:

''Ama AK Parti Grubu hem kendi iç bütünlüğü konusunda çok sınavdan geçmiştir. En zor zamanlarda en doğru kararı almak konusunda da sınavlardan geçmiştir. Biz bu sınavları hep aştık. 'Rabbim hepimize en doğru istikamette çalışma imkanı versin' diye, hep dua ettik. Hiçbir şekilde bu konuda AK Parti Grubu üzerinden kimse bir hesaba yönelmemelidir. Olabilecek yaklaşımları zaman içinde dediğim gibi, Komisyon çalışmalarını gördükten sonra değerlendiririz. Ama bu Grup'tan bu anlamda kimse 'AK Parti içinde yine bu oyunlara giriliyor. Acaba AK Parti içinde bazı şeyler şu veya bu yönde bir sonuç çıkarsa etkilenir mi?' Etkilenmez. Hangi yönde nasıl sonuç çıkarsa çıksın bizim görevimiz, aldığımız bu emaneti, inandığımız ahlaki değerler, önümüze koyduğumuz vizyon çerçevesinde hedefine ulaştırmaktır.''

''Şu hakaret dilini bir unutsak''

''Sizin memleketinizde bir öğrenci, Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı. Ardından serbest bırakıldı. Bu konudaki düşünceniz nedir'' sorusuna karşılık Davutoğlu, dosyanın detayını bilmediğini ama Cumhurbaşkanlığı makamına hakaretin hukuki bir suç olduğunu ve soruşturmayı gerektirdiğini söyledi.

Başbakan Davutoğlu, ''Burada yaş ve diğer faktörler yani hangi şartlarda ne söyledi, kim tarafından tahrik edildi onları bilmiyorum. O anlamda tabii çocuk olması üzüntü verici. 18 yaşından küçük olması, o yaşta bir çocuğun birisi tarafından tahrik edilip böyle bir hakarete yöneltilmişse onun da araştırılması lazım'' dedi.

Son zamanlarda Cumhurbaşkanlığı makamına hakaretin yaygın hale getirildiğini ifade eden Davutoğlu, şunları belirtti:

''Bazı üst düzey muhalefet tarafından da. Çocuklara da kötü örnek oluyorlar. Hepimiz seviyeli bir dil kullanabiliriz. Hakaret etmeden konuşabiliriz. Eğer çocuklarımıza kadar bu sirayet etmişse bunda bir ahlaki standart var, beni gerçekten toplumsal hayatta en fazla üzen olaylardan biri hani ilkokulda hayat bilgisi diye bir ders vardı. Biraz da o hayat bilgisinin içine günlük davranış bilgisi anlamında ortak bir zeminimizin olması lazım.''

Bu sorunun kendisine de yöneltildiğini anımsatan Davutoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:

''Şimdi şunu mazur mu göreceğiz? Cumhurbaşkanlığı makamına hakaret edilmesi doğru görülen bir durum olabilir mi? Herhangi bir hakaret doğru değil. Bunu bir çocuk yaptığında buna üzülürüz ama hukuki bir yargı süreci işler, işte serbest bırakılmış. Takip ediliyordur. Ama şunu da herkesin ders olarak alması lazım: Büyüklerde hakaret yaygınlaşınca çocuklara kadar sirayet ediyor. Bu dili bir değiştirmek lazım. Yani olayı sadece bağlamından koparılmış, bir çocuk şeye götürülüyor gibi yansıttığınızda, bir başka ahlaki davranış itibarıyla yanlış olan bir şeyi de örtmüş oluyorsunuz. O bakımdan hepimizin bu konuda duyarlı olması lazım. Şu hakaret dilini bir unutsak, terk edilse.''

''Başbakan çocuğu olmak suç mu?''

''Madem çocuk dendi, gerçekten bunu burada zikretmek istemezdim, evladıma da söz vermiştim, bunu zikretmemek konusunda. Tam da yeri geldiği için söylüyorum'' diyen Davutoğlu, bundan üç, dört gün önce bir gazetede kızı ile ilgili manşet atıldığını anımsattı.

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Güya benim kızım dersinden kötü not aldığı için öğretmeni sınıf değiştirmek zorunda kalmış. O 16 yaşındaki evladımız inşallah hakaret etmemeyi öğrenir, hayata kazandırılır. Peki sırf Başbakanın kızı olduğu için kamuoyu önünde linç edilircesine, o çocuğun ertesi gün hangi şartlarda ve nasıl bir psikoloji ile gideceği düşünülmeden, yalan, iftira bir haberi yapmak nasıl bir ahlaktır?

Benim buraya gecikme sebebim, kızımla sürekli gece yarısı bile olsa gidip konuşuyorum bu konuyu. Kesinlikle böyle bir olay yok. Benim haberim yok. Bir kere daha, Başbakan vasfıyla okulu aramış değilim, veli vasfıyla aramış değilim. Herhangi bir görevlendirdiğim bir kişi gitmiş konuşmuş değil. Eşim bile bu anlamda normalde göstereceği ilgiyi minimum düzeyde gösteriyor ki bir yanlış anlaşılma olmasın diye. Ayrıca ben çocuğuma özel bir muamele yapsam, özel okula gönderirdim. Devlet okulunda okuyor benim kızım. Peki bu çocuk haklarına uygun mu? O gazeteye hukuki olarak gerekeni yapacağız. O gazete, sonra bir dergi. Açık bir şekilde daha 15 yaşında bir kızı okulda zor duruma düşürecek yalan bir haberi nasıl basar? Tekzip gönderdiğimizde niye yayınlamaz? Kendisi sorulduğunda, bütün açıklamalar yapıldığında, öğretmeni tarafından açıklama yapıldığında bunlar niye göz önüne alınmaz? YaniBaşbakan çocuğu olmak suç mu? Şimdiye kadar çocuklarımızdan hangisinin özel bir muameleye tabi olduğu görülmüş? Benim bu konuda ne kadar hassas olduğum, yüreğime dokunduğu için söylüyorum. Bunu kızım da rica etmişti 'Ne olur baba zikretmeyelim' diye. Yani yakışır mı? Gazetenin adını zikretmek istemiyorum. Peki bizim o çocuk, çocuk değil mi? Onun eğitim gördüğü esnadaki psikolojisini kim hesap ediyor? Suç mu işliyoruz biz, bu memlekete hizmet etmek için gece gündüz koştururken? Başbakan çocuğu olmak, bir çocuğun onurunu, orada karşılaşacağı tutum dolayısıyla yaşayacağı travmayı mazur gösterir mi? Kimin, ne hakkı var? İsyan ediyorum gerçekten.''

''Bir özür bekliyorum''

Kızının devlet okulunda okuduğunu, ayrıcalıklı bir statüde olmadığını yineleyen Başbakan Davutoğlu, ''Bir kere görüşülmüş değil. Okul müdürü açıklama yapıyor, öğretmen açıklama yapıyor. Ama bu yayın sürdürülüyor. Ahlaksızca bir dergi de bunu, başka şekilde resmediyor'' dedi.

Çocukların hepsinin kıymetli olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Benim çocuklara olan düşkünlüğümü bilirsiniz. Bir tek çocuğun bir göz yaşına dünyayı feda ederim. Eğer çocuklara saygı hepimiz için gerekli bir kriterse, bir özeleştiri bekliyorum. Bu yayını yapanlardan bir özeleştiri, bir özür bekliyorum. Yalan, varsa ispat etsinler. Herhangi bir çocuğumla ilgili bir tek otorite kullandığımı göstersinler, şurada veya burada. Hissettirdiğimi göstersinler. Yok. Hepimiz için çocuklar geleceğin teminatı olmak dışında da mukaddes varlıklardır.''

''Görüşürüm belki de''

Devlet bakımı altındaki çocukların istihdamı ile ilgili dün katıldığı töreni hatırlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

''2 bin 375, yurtta yetişmiş çocuğumuza iş imkanı sağladık. O kadar mutlu oldum ki. Her birini kucakladım, sarıldım. Oturduk, konuştuk. Bu çocuklar, bizim çocuklarımız. Hepsi bizim çocuklarımız. Ben o oğlumuzla da oturup konuşmak isterdim. 'Niye Cumhurbaşkanımıza hakaret ettin, ne saikle? Ne biliyorsun?' Cezalandırıcı mahiyette değil ama bir amcası olarak oturup, konuşmak isterdim.''

''Bir çağrınız olacak mı'' sorusunu Davutoğlu, ''Olabilir tabii, niye olmasın. Konya'daymış. Görüşürüm de belki. Şunu sorarım yani, annesine de oturup ailecek de sohbet ederiz. Yani bir çocuğun, varsa hakaret, yoksa zaten soruşturma sonuçsuz kalır. Ama hakaret varsa 'Evladım, sen niye hakaret ettin? Cumhurbaşkanımız ile ne meselen var? Sana birisi mi söyledi? Sen ne duydun?' Oturup, konuşmak isterdim doğrusu'' şeklinde yanıtladı.

Davutoğlu, ''Çağırırsanız gelir herhalde?'' sorusu üzerine ise şunları ifade etti:

''Niye olmasın? Mesele şu: Eğer birisi tahrik edip bunu yaptırdıysa o da ortaya çıkar. Ama çocuk kendisinden bir hakaret sözü sarf etmişse, annesi, babası, hep beraber konuşmamız gereken bir şey vardır. Niye 16 yaşındaki bir çocuk Cumhurbaşkanına hakaret etsin? Mesele, cezai müeyyidenin ötesinde sosyal bir olguyla sosyal bir vakayla karşı karşıyayız. Cezayı gösterip de hakareti yok saydığınızda meseleyi çözmüş olmuyorsunuz. O zaman birileri toplar 100 tane, 500 tane 16 yaşında genci, hep beraber hakaret ederler. Toplumsal standart kalmaz. O bakımdan hepimizin buna itina göstermesi lazım.''

''Olumsuz hiçbir tepki almadım''

''Alevi konusunda yeni yılın ilk döneminde bir açılım, girişimleriniz olacak mı'' sorusu üzerine Davutoğlu, Tunceli ve Hacıbektaş'ta yaptığı konuşmaları hatırlattı. Bu konuların öncelikle toplumsal bir duyarlılık ve ortak bir bilinç oluşturma ile aşılabileceğini belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:

''Ben çok memnuniyetle ifade ediyorum: gerek Hacıbektaş'taki konuşmamdan sonra aldığım olumlu tepkiler gerek Tunceli'de karşı gördüğüm muhabbet, oradaki vatandaşlarımızla kucaklaşmamız gerekse daha sonra Alevi Bektaşi geleneğinin kanaat önderleri, eski siyasilerle yaptığımız yemekli sohbette gördüğüm atmosfer, işte bu toplumsal duyarlılığın ve bilincin yaygınlaştığını gösteriyor. Hiçbir yerden de iki konuşma sebebiyle de hiçbir Alevi-Sünni diye bir kategorizasyon içinde söylemiyorum ama Sünni hiçbir kanaat önderinden ya da herhangi bir kesimden olumsuz hiçbir tepki almadığım gibi aksine çok olumlu tepkiler aldım.''

Öncelikle, ortak hayat alanının standardının yükseltilmesi gerektiğine dikkati çeken Davutoğlu, ''Birbirimizin dilini anlamak lazım. Tebessüm ederek konuşmak lazım. Öfkelenmeden, bağırmadan. İşte o akşamki sohbette güzel olan oydu, karşılıklı espirilerle, menkıbelerle... Bir başka şey var. Burada Alevi-Sünni diye bir kutuplaşmanın aslında bizim sosyokültürel hayatımızda bir karşılığı yok. 78'de Kahramanmaraş'ta yaşanan o acı olayları hepimiz hala nefretle anıyoruz veya Sivas'ta yaşananları. Bunların ötesine bunu taşımak lazım'' değerlendirmesinde bulundu.

''Görüşmelerimiz de olacak''

Şu anda birtakım adımlar attıklarını ve atmaya da devam edeceklerini vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Ayrıca görüşmelerimiz de olacak. Hatay'da da inşallah, oradaki Nusayri Arap Alevisi kardeşlerimizle de görüşeceğim. Hepsini öncelikle dinliyorum. Neler yapabileceğimizi zihnimizde de inşa ediyoruz. Birlikte bunlara adım atalım diye düşünüyoruz. Tekrar bir araya geleceğiz ama inşallah önümüzdeki günlerde, haftalarda bu konularda daha bazı somut adımların atılmasını sağlayacak bir psikolojik zemin oluşturmaya çalışıyoruz.''

Başbakan Davutoğlu, ''Bu süreçte, bu açılımda hep dönüp dolaşıp hep cemevlerinin statüsü konusuna geliniyor'' sorusu üzerine şunları söyledi:

''Sadece o değil. Bence meseleyi oraya indirgediğinizde bir hukuki sarmalın içine girmiş oluyorsunuz. Yani sadece bir tek konuya indirgenen bir şey değil. Alevi Bektaşi toplum ki ben Makedonya'da, iki gün önce Türkçe Bayramı'nda konuştuğumda Hacıbektaş'ta beraber olduğumuz Baba Mondi Arnavutluk'tan geldi, sırf bizimle görüşmek, buluşmak, Türkçe Bayramı'na katılmak için. Alevi Bektaşi geleneğinin Balkanlar'daki en üst otoritesi kabul edilir. Mesele bu sıcak ortamı bile, dediğim gibi psikolojik eşikleri aşmak, paylaşmak, helalleşmek, dertleşmek, konuşmak ama somut adımlar gerektiğinde de bunları atmak. Bunun için de özellikle Alevi çocuklarımızın Alevi geleneğini kendi kültürü içinde öğrenmek için alabileceği ders müfredatlarından diğerlerine kadar daha geniş spektrumda bir tabloyla karşı karşıyayız.''

''Onu yok sayarak konuşmuyorum''

Meseleyi sadece cemevleri üzerine odaklaştırmanın doğru olmadığını belirten Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ama o da bir meseledir. Onu yok sayarak konuşmuyorum ama Türkiye'de, hukuki sistem içinde tekke ve dergahların kapatılmasından sonra ortaya çıkan bir boşluk var. O boşluğun tanımlanmasında doğan şeyler var. Yani ben bunları yine tekke ve dergahların kapatılmasını tartışmaya açmak için söylemiyorum ama bir vakayı söylüyorum. Daha önce Bektaşi Ocakları'nın, Tanzimatla birlikte Yeniçeri Ocağı ile birlikte kaldırılması sürecinde başlayan... Geleneğin sürdürülmesidir önemli olan burada. Bu geleneğin hangi adla, nasıl sürdürüleceği, hangi çerçevede sürdürüleceği önemli.''

Her şeyden önce Alevi İslam geleneğinin bu toprakların ürünü olduğunun kabul edilmesi gerektiğini anlatan Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:

''Bu topraklarda mevcudiyetini sürdürmüştür. Tarihi arka planı itibarıyla büyük bir zenginliktir. Eşit yurttaşlık vatandaşlığı itibarıyla da Alevi Bektaşi vatandaşlarımızın hiçbirisi Sünni ya da Hristiyan ve diğer Musevi vatandaşlarımızdan bir fark ihtiva etmez. Hiçbirisi eşit yurttaşlık bağlamında, farklı konumda değerlendirilemez. Her birimizin tercih ettiği, seçtiği, inandığı, içinde doğduğu dini ortamlar vardır. Onlar şahsi hayatımızı şekillendirir ama devletin vatandaşlar ile ilişkisi söz konusu olduğunda eşit yurttaşlık ilişkisi her şeyin önündedir.''

Kimseye inancı, kökeni, mezhebi dolayısıyla farklı bir muamele gözetilmediğini vurgulayan Davutoğlu, şunları belirtti:

''Bunlar için inşallah ben, atmosfer ve aldığım tepkiler anlamında da hala büyük bir muhabbetle o ortamları zihnimde taşıyorum. İnşallah bunlar adım adım doğru bir minvalde yürüyecektir. Kimsenin de bunu istismar etmemesi lazım. Bunun istismarına da özellikle dedelerimizde gördüğüm, bizim eve gelip sohbet ettiğimiz ya da Tunceli'de bu konuların istismarı üzerinden İslam geleneği dışına çıkmış bir Alevilik inşası konusunda da ne kadar duyarlı olduklarını görmekten büyük bir memnuniyet duydum. Bu, onların bileceği bir şey. Biz bir şeyi empoze edecek değiliz ama onlarda gördüğüm duyarlılık, yani Alevi İslam geleneği diyerek, vurgulayarak gördüğüm duyarlılık zaten ibadethane üzerinde başlayan tartışmalar sanki farklı bir dini gelenekmiş gibi yansıtılan tartışmalara belki de en doğru cevabı Alevi İslam geleneği içinde gelen dedeler verecektir. Onlar bu konuda hassas. 'Hak Muhammet Ali' derken de 'El ele el Hakk'a' derken de kullandıkları tabirlerden diğer sembollere kadar İslam geleneği içinde olduklarını hep vurgulayageldiler ve bu da bir zenginliktir, İslam geleneği içinde bir zenginliktir.''

Muhabir: Kadir Karakuş, Ilkay Guder, Selma Bıyıklı Adabaş, Yıldız Seçil Aktaş, Fatma Can, Hande İlbeyi Canca

Haber Kaynağı: Anadolu Ajansı (AA)
AA Anadolu Ajansı tarafından geçilen tüm Haberler, bu bölümde Malatya Güncel Haber editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Girilen Haberler alanında yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen ajanslardır.
Malatya Haber
Malatya Haber
Malatya Güncel Haber