Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

Ben Hep Ona Ağlarım

03 Kasım 2009 - 11:14 Yorum: 3

 

Adı: “Mehmet"ti…”

Saf ve temiz bir çocuk…

Masum yüzlüydü ve de yetim…

Sesi yanık idi…

Bülbül gibi öter, keklik gibi şakırdı…

Bir “Yemen Türküsünü” bir “Burası Muştur” bir “Çanakkale içinde Vurdular Beni” bir “Bitlis"te Beş Minare” türküsünü söylemeye dursun ortalığı bir hüzün kaplar, gözler yağmur yüklü bulutlar gibi dolardı…

Bir de “Malatya Malatya Bulunmaz Eşin” “Osman Abi Evde mi Evde mi” “ Naciye Naciye” türküsünü söylemeye dursun, o zaman da ortalığı bir neşe, sevinç kaplardı…

Sözü sazından; sazı da sözünden etkiliydi, güzeldi…

Adı Mehmet idi…

Yetim idi…

Mahallemizin tek Alevi" si idi…

Benden birkaç yaş büyük idi…

Bunun için de ben ona “Memet Abi” derdim…

O, ilkokuldan sonra bir demircinin yanında çırak oldu…

Ben ise İmam Hatip Okuluna kayıt oldum…

Zaman zaman eve dönüş saatlerimiz denk düşer, aynı otobüse binerdik…

Elimi cebime attırmaz, sen öğrencisin der, yol ücretimi öderdi…

Böylesine ince, böylesine düşünceli bir abi idi…

Okulda verilen ev ödevim mi var…

Mahalle camisinin hocasına gitmez, ona giderdim…

Abim idi, kütüphanesi zengindi ve de okurdu, bilgiliydi…

Demirci çırağıydı ama mektebe gidenlerden daha çok okurdu…

Zaman su gibi geçip akıyordu…

Ateşte demir dövmek ince ruhunu yormuş, yıpratmış olmalı ki, üniversiteli gençliğin takıldığı bir cafe de işe başlamış…

Cafeyi işleten bir Sünnî komşu…

Ekmek parası değil mi?

İş verenin meşrebi, mezhebinden ona ne?

Ve… Mehmet…

Zaman zaman eve gelmez olur…

Mahallede görünmez olur…

Bazen de hiç tanımadık arkadaşlarla eve gelip gider olur…

Derken mahalleli kuşkulanıverir…

Mahalleli kuşkulanmasından da haklıdır hani…

O masum Mehmet gitmiş, yerine cami önlerinde, otobüs duraklarında ideolojik kavga veren biri gelivermiş…

Mahallenin gençlerini etrafına toplayıp gece yarılarına kadar Pınarbaşı"dan alem yapan, sazını-sözünü konuşturan Memet gelmiş…

Anneler babalar yavrularını ikaz etmeye başlar, o günden sonra…

“Sakın ha!

O"nun yanında görmeyeyim seni…

Ayaklarımın altına alırım…

Sonra söylemedi deme…”

Babaları, ağabeyleri tarafından baskına uğrayıp eve getirilen niceleri; ağaca, ahıra bağlanır oldu…

O"nun çalıştığı cafeye takıldıkları, O"na arkadaşlık ettikleri için babaları tarafından kulağından tutulup, eşek sudan gelinceye kadar dövülen nice evlatlar oldu…

Her ne zaman kendisinden kötü bahsedilmeye durulunca içime yine de bir sızı düşerdi…

Mehmet abi"nin böyle biri olduğuna inanmazdım, daha doğrusu inanmak istemezdim…

Ama öyleydi…

İsyanım, feryadım, itirazım “Neden böyle oldun Mehmet” diye kendi kendime olurdu hep…

Ve bir gün…

Ana yüreğine kor,

Mahalleye ise bir dedikodu düşer…

Kara haber tez yayılırmış…

Ailesi tarafından gizlense de Mehmet"in ölüm haberi mahallede, kulaktan kulağa dolaşır…

Bir çatışmada öldürürmüş…

Muharremde herkes “Kerbela Şehitlerine” ağlarken…

Ben o günden sonra hep Mehmet"e ağlarım…

Acaba, O"nu da mektebe gönderecek bir babası, büyüğü olsaydı…

O"nun da elinde tutacak bir büyüğü olsaydı…

O küçük yaşta ailenin geçimi kendisine yüklenmiş olmasaydı…

O"nun da diğer arkadaşlarının babası gibi kulağını bükecek, kulağından tutup bataklıktan kurtaracak babası sağ olsaydı…

“Mehmet şer ağına düşer miydi? Ölür müydü?

O masum yüzlü Mehmet, vatanına, milletine ihanet eder miydi”… der, düşünür, hep ona ağlarım…

Şimdi anne-babaları tarafından kulağı bükülüp ağaca bağlanılanları, cezalandırılanları; çoluk çocuğa karışmış, iş-eş sahibi olmuş halde görünce, benim gözlerim hep Mehmet"i arar…

Ama heyhat!…

İşte hep buna ağlarım…

Öldüğüne den değil; kaybettiğimize ağlarım…

Sahip çıkılsaydı, kaybetmeyecektik…

Kaybetmemiş olsaydık, ölmeyecekti…

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI