Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

Bizdeki Cemaat ve Sivil Toplum Algısı

01 Eylül 2014 - 12:54 Yorum: 13

Türkiye’de cemaat, hizmet denilince sadece Hocaefendi’yi sevenlerin ve O’nun etrafından kenetlenen insanlardan oluşan camianın akla gelmesi, böyle bir algı oluşmuş olması son derece yanlıştır. Zira dün ve bu gün ülkemizde var olan birçok cemaat vardır ve her biri kendi ilkeleri doğrultusunda çok güzel hizmetlerde yapmaktadırlar.

Yine ülkemizde sivil toplum örgütü (ki bence ülkemizde sivil toplum örgütü yoktur, Devlet, hükümet, iktidar, cemaat, parti… Toplum Örgütü vardır… O ayrı bir konu…) denilince hepsi için olmasa da çoğunlukla ( son yıllarda bu negatif algı daha da artmaktadır.) kutuplaşmaya, menfaate, çıkara dayalı, en kötüsü de kendi menfaat ve çıkarları için dini, değerleri mendil gibi kullananların ve hedeflediği makamı, çıkarı elde edince de “dün dündür bu gün bu gündür” mantığı içinde hareket edenlerin bir araya geldiği topluluk olarak algılanmaktadır.

Yine ülkemizde genelleme yapmak doğru olmamak la birlikte çoğunlukla; bir cemaate, bir sivil toplum örgütüne katılanlar daha çok oraya bir değer, kalite, enerji katmaktan ziyade ya kitle psikoloji anlayışı ile belini bir yere dayama ihtiyacı veya bir yerlere gelme için referans arama ihtiyacına binaen katılmaktalar. Oysaki katıldığı yerde etkisiz eleman olan, bulunduğu meclise bir kalite katmayan insanların bulunduğu camia yığın ve kitleye dönüşüverir. Topluma, ülkeye katkı sağlayan yığınlar olmamıştır, kaliteli, erdemli, düşünen, yaşatmak için yaşamaktan vazgeçmesini bilen isâr ruhuna sahip insanlarla olmuştur.

Bir cemaat veya sivil toplum örgütüne girmek için resmi ve imânî bir eylem, vecibe gerekmez, gerekmiyor. Dolayısıyla çıkmakta imandan çıkma gibi görülemez veya resmi bir işlem gerekmez. Sivil toplum örgütleri tamamen gönüllüler hareketidir. Aslolan insanın zihnen, fikren, vicdanen, ruhen, gönlü itibariyle bulunduğu yerde manevi olarak tatmin olup olmamasıdır. Maalesef ülkemizde bir cemaati, bir sivil toplumu terk etmek, bir başka yerde bir şeyler yapmaya yönelmeyi dinden çıkmak en basit ifade ile hain, dönek... vs. olarak algılanmaktadır. Oysa ki her insanın kendine ait belli dönemlerde bir ruh haleti, bir kabiliyeti, bir yeteneği, bir enerjisi vardır. Dün kendi fıtratına ve mizacına uygun bir cemaatte, sivil toplumda kendinden var olan kabiliyet ve meziyetleri doğrultusunda koşturan bir insan ilerleyen yaşlarda, durumlarda, hallerde gönül ve zihin dünyasında gerçekleşen değişimlerle bir başka yerde o andaki ruh haletine bağlı olarak başka yerde koşturabilir. İnsanın ömür boyu aynı yemeği, aynı giysiyi, aynı arabayı, aynı evi, aynı çevreyi sevdiği ve bağlı kaldığı nerde görülmüş ki? Saygı duymak lazım.

Ancak önemli olan kişinin bu değişim ve tercihlerde şahsi menfaatini, kendi çıkarlarını, ego ve bencilliğini ön planda tutmuş olmasın. Kendi çıkarlar için komşusunun evini ateşe veren; peynir ve yağlı ekmek kokusunun alıp bunun için tuzağa düşen fare; kendini, arkadaşlarını bir tavuğa satan hilekâr tilki gibi olunmasın… Bu gün bulunduğu sivil toplum örgütünü, cemaatini terk edenlerin “içim yanıyor… Üzülüyorum… Acıyorum…” gibi duygusal yüklü ama içten içe bir “kırgınlık, kırılma, öfke, sitem…” taşıyan açıklamaları da işin doğrusu samimi görmüyorum. Kişi bulunduğu zaman dilimi içinde bulunduğu yerin, konumun hakkını vermiş, pozitif değer katmış, kendinden var olan bütün kabiliyet ve imkânlarını bu yolda seferber etmiş ve “bendenizin elinde gelen ancak bu kadar, bundan sonra katkı olarak sunacağım bir sermayem kalmadı…” anlayışı ile hareket etmişse ayrılırken gönül rahatlığı ile ayrılabilir. Çünkü insan kendi imkânlarından, kendinden var olandan sorumludur ve Allah hiç kimseyi de gücü yetmediği bir şeyden hesaba çekmez ve başkasının vebalini başkasına yüklemez. Başka bir alanda, bir sivil toplumda, cemaatte koşturmak için müsaade isteyen bir insan için hâin, dönek vs. denilmesi de bize has bir sivil toplum, cemaat algısı olsa gerek ki bu virüsten kurtulmadığımız müddetçe etrafımızda hainler, dönekler azalmayacaktır. Bu durumu bir insanın sektör değişmesi kadar doğal ve olağan görmek lazım. Elverir ki gittiği yerde parazit, kene değil lokomotif, üreten, katkı sunan olsun. Ve yıllarca yemek yediği kaba kirletmeye yönelik karalama yarışına girmesin…

Ülkemizde sivil toplum örgütlerinin bir çıkmazı da “güce karşı bir oluşum” değil de daha çok güce sırtını dayanan, güç iktidar ile ahbap çavuş ilişkisi içerisinde kendileri merkezli hareket etmeleridir. İlkelerini “kazandır ki kazanasın, destekle ki göreyim… rüzgâra karşı i…me” anlayışı üzerine kurmuş hiçbir hareket sivil toplum örgütü olamaz. Göbek bağı devlete, iktidara, güce bağlı olanların sivil toplum örgütleri olarak zikredilmesi geri kalmış, demokrasinden nasibini alamamış üçüncü dünya ülkelerine mahsus bir anlayıştır. Böyle sivil toplum örgütleri bazıları için basamak taşı, bazıları için saray soytarılığı, bazıları için miskinler tekkesi… Hele hele böyle bir anlayışla kurulan sivil toplum örgütlerinin varlığının demokrasi adına bir mecburiyet, bir zorunluluk ve daha da ötesi bir erdemlilik, gelişmişlik olarak algılanması tam bir fikir ve düşünceye yapılan bir taciz ve aklı hiçe sayma adına tam bir rezalet…

“Devletin eliyle gelen dinden ve dindarlıktan” Allaha sığındığımız gibi, “devlet eliyle tanzim edilen, beslenilen, büyütülen sivil toplum örgütlerinden, cemaatlerden de…” Allaha sığınmadıkça ne dünya muvazenelerinden yerimizi alabilecek, ne dünyada hak ve adalet yerini alabilecektir.

Dünyada topluma bir huzur, güven, emniyet, hak, adalet sağlamayan bir hizmetin, gayretin, uğraşın, eylemin kişiye Ahirette bir şeyler kazandıracağına inananlardansanız işte o zaman bazıları için “dinin afyon olduğuna” dair beni ikna etmiş olursunuz ey okur. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI