Yüzyıllar önce fakir bir adam varmış. Hamallık yaparak geçimini sağlıyormuş. Aç kalma pahasına bir kuruş parasını bile harcamadan bir deve satın almış. Bu deve ile ticaret yapmaya başlamış. Mekke’den Medine’ye mal taşıyormuş.
Çok çalışan bu adam yıllar sonra koca bir deve kervanının sahibi olmuş. Medine’nin en zenginlerinden biri haline gelmiş. Yıllar gelip geçmiş ve adam ölümcül bir hastalığa yakalanıp yatağa düşmüş. Ülke genelinde ve dünyada ne kadar bilgili tabip varsa hepsini çağırmış ve hastalığına derman aramış. Ama çare bulunamamış. En son çağırdığı doktor bir haftalık ömrünün kaldığını kendisine açıklamış.
Ölüm zamanı gelmiş ama adam bir türlü ölemezmiş. Çok acılar çekiyormuş. Bu duruma üzülen çocukları, babalarının tanıdığı kim varsa hepsini çağırmış ve haklarını helal etmelerini istemiş. Gelenlerin hepsi adamın durumunu görünce haklarını helal ederler. Fakat adam yine acılar içinde kıvranmaya devam ediyormuş. Yine ölememiş.
Çocukları bakmış olacak gibi değil, ne kadar hayvanları varsa babasının yanına getirmişler ve helallik istemişler. Tüm hayvanlar haklarını helal etmişler. Ancak adam yine ölmemiş…
En sonunda hamallık yaparak aldığı yaşlı deveyi akıllarına getirmişler. Deve yük taşıyamaz hale geldiği için önüne bir kap su bile koymadan bir köşeye atmışlar. Hayvan açlıktan ve susuzluktan bitkin düşmüş. Yürümeyecek halde olan yaşlı deveyi kucaklayarak babalarının karşısına dikmişler. Kervancı, devenin yanına sokulmuş. Başını ve vücudunu okşamış. Ona biraz su vermiş. Deve ağlamaya başlamış. Kervancı bir fırsatını bulup derdini deveye açmış:
-Yıllardır bana hizmet ettin ve hiç sesini çıkartmadın. İhtiyarlamışsın, bu halin beni çok üzüyor. Elimden bir çare gelmiyor. Sana baktıkça duygulanıyorum. Ne olur bana hakkını helal et.
Deve suskun. Kervancı konuştukça, devenin gözlerinden yaşlar boşanmış. Kervancı daha da yalvarmış, çok ağlamış, devenin ayaklarını bile öpmüş. Deve, kervancının bu acınacak haline dayanamayarak cevap vermiş:
-Siz benim sahibimsiniz. Yemimi ve suyumu verdiniz. Her hakkımı korudunuz. Buna karşılık ben de yük taşıyarak size hizmet ettim. Yük taşımak benim görevim.
Adam devenin helallikten hiç bahsetmediğini görünce devenin halinden şüphelenerek tekrar hakkını helal etmesini istemiş.
-Hakkını helal ettin mi?
-Etmedim!
-Allah rızası için bari affet.
Deve bunun üzerine;
-Efendim, halinize çok üzüldüm. Size her hakkımı helal ediyorum yalnız öyle bir şey var ki, o hayatım boyunca hep zoruma gitti. Ondan dolayı hep ağladım. Size de o yüzden çok kırgınım. Ondan dolayı sizi ASLA AFFEDEMEYECEĞİM.
Kervancı, bu cevap karşısında dehşete düşmüş. Aklına hiçbir şey gelmiyor. Oysa en önemli mesele taşıyamayacağı yük yüklemekti. Deve bunları bağışlıyor, fakat bir şeyi affedemiyor. Ne olabilirdi ki? Bu kez deveye affedemeyeceği konunun ne olduğunu ısrarla sormuş.
-Ben nasıl bir şey yaptım ki sen beni affetmiyorsun.
Deve gözleri yaşlı şu cevabı vermiş:
-Taşıyamayacağım yükler yükledin altında inledim yine de ses çıkartmadım. Aç kaldın yavrumu kesip yedin sustum. Parasız kaldın yavrumu sattın yedin bir şey demedim. Ama kervanın başına bir eşeği getirdin ya; işte bu yüzden seni bir türlü affedemiyorum.
Başımıza geçerek çaldınız çırptınız. Rakı masalarında kadınlarımızı kızlarımızı meze ettiniz. Sarhoş olup anlaşmalar yaparak topraklarımızın kullanım hakkını yabancılara verdiniz. Asırlarca milletin sırtından devran sürdünüz. Demokrasiye geçtiniz seçme seçilme hakkı verdiniz yine kendiniz seçtirdiniz. Menfaatinizi gözetmeyen hükümetleri darbeyle yok etiniz. Camilerimizi birahaneye çevirdiniz. Olur olmadık yerlere kendi adamlarınızı getirtip bizlere zulmettirdiniz.
‘Ekmek Parası’ kaygısıyla bu yaptıklarınıza eyvallah dedik. Bizleri perişan etmenize rağmen yinede ülkemizi sevmekten vazgeçmedik. Yük taşımak sorun değil, o bizim ödevimiz. Fakat HDP’yi, PKK’yı, YPG’yi, PYD’yi, RUSYA’yı, İSRAİL’i, ABD’ye, ESED’i desteklemenizi affetmeyeceğiz. En başta da size bu fırsatı veren seçmenlerinizi asla AFFETMEYECEĞİZ…