Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Din ekseninde düşünmek

20 Ağustos 2011 - 12:06 Yorum: 1

Din, insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için vardır.

Dünyaya huzur ve mutluluk vermeyen bir dinin; ahirette kişiye mutluluk sağlaması pek mümkün değildir.

O halde ahiret mutluluğu ve ebedi hayatın gül gülistan olması, buradaki tarlanın göze ve gönle sürur verecek şekilde bakımlı olmasına bağlıdır.

İnsanoğlu bütün nazarını ve kuvvetini bu tarlanın bakım ve tımarına vermelidir. Ahirete yönelik hesap ve kitaba girmeksizin…

Çünkü ahiretteki mükâfat, yapılan hizmet ölçüsünde değil, “Rabbin rahmeti” iledir. Hiçbir akıl onu belirleyemez, ölçemez…

Ancak “Dünyanın ahiretin tarlası olduğunu” ifade eder Efendiler Efendisi…

“Bu dünya daru-l hizmet yeridir, dar’u-l mükafat yeri değil” der büyük mütefekkir…

Ne ekilirse o biçilir.

Dünyada; küfür, şirk, riya, zulüm, kin, nefret, gözyaşı, bencillik, miskinlik tohumu ekenin ahirette bu tohumların birer tûba ağacı olarak yeşermesini beklemesi beyhude bir inanış, bekleyiş, aldanmadan ibarettir.

Kimileri dini sadece, gönle, vicdana, ahirete has kılma yarışında…

Dini; dünyadan kopuk bir hayat nizamı, yaşam felsefesi adına suya sabuna dokunmayan kul ile Allah arasında yaşanan bir aşk, bir gönül ilişkisi şeklinde sunma yarışındalar…

Amelden, dünyaya bakan emir ve yasaklardan, bir hayat felsefesinden uzak beşer üstü bir sistem…

Kişinin dünyasına müdahale etmeyen, kişinin gönlünce/nefsince her şeyi yapmasını hoş gören sadece ahirette biricik kullarına rahmetiyle tecelli edecek bir yaratıcının varlığına inanmayı din olarak sunma, kabullenme sevdası, arayışı…

Asrımıza has bir moda olsa gerek…

Geçmiş yüzyıllardaki “Din bir afyondur” sloganı günümüzde kişiye psikolojik bir tatminlik sağlayan “Din bir vicdan işidir, asıl olan vicdanın temizliğidir” mırıltılarına ve ardından da “İlahi Aşk”a dönüşüverdi.

Öyle bir aşk ki, aşık maşukunun kendisinden ne istediğinden, neyi sevdiğinden habersiz bir durumda…

Ne hazin bir durum ki maşukun isteği aşıkı bağlamıyor…

Sadece aşığın her istediğini emir telakki eden bir maşuk anlayışı din olarak türeyiverdi…

Amelden, ibadetten, taatten uzak bir aşk…

Oysa; din bu mudur? Aşk bu mudur?

Din ve aşkın ilk dersi yaratılanın yaratılan karşısındaki haddini bilmesi, gerekli olan edebi takınması değil midir?

Önceleri bir melek olan İblis’in şeytanlaşması yaratıcı karşısındaki edeb ve haddini bilmemesinden değil midir?

Dini sadece vicdanlara, ahirete münhasır kılmamız yaratıcıya ve onun yarattıklarına karşı bir edepsizliktir, haddini bilmemezliktir.

Böyle bir inanış ve duruş bizi iflah etmiyor, etmez de…

Din her şeyden önce hayatın nizamıdır, hayatın programıdır…

Bir yaşam felsefesidir.

İnancın, düşünme ve tefekkür melekemiz olan zihni tutumumuzun, ameli tutuma yansımasıdır…

Testide olanın dışa akması, yansımasıdır…

Kalbe, vicdana, zihne hapsedilen bir dinin, düşüncenin, ideolojinin ne insanın kendisine, ne çevresine bir fayda/zararı var mıdır?

Yaratıcının da böyle bir zihni tutuma, aşk ise- böyle bir aşka ihtiyacı olur mu?

Seven sevdiğine tabi olur, seven sevdiğine benzemek ister ve seven sevdiğinin yolunda olmakla aşkını ilan eder.

Din her şeyden öte güzel ahlâktır.

Güzel ahlâk, “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır.”

Allahın ahlâkıyla ahlâklanmak, Kurânın öğütleri doğrultusunda hareket etmektir.

Kurân ahlâkını edinmek ise, Efendiler Efendisine tabi olmaktan geçer.

Çünkü “O’nun ahlâkı Kurân ahlâkıdır” der müminlerin annesi Hz. Aişe.

Din bir bütündür, bir dengedir…

Dünya ve ahiret hayatını kuşatmaktadır.

O halde, ilahi buyrukların bir kısmına kulak verip bir kısmını kurak ardı etmek, yaratıcının biz insanoğlu için vazettiği ilahi sisteme uymak değil; kendi heva ve hevesimizce uydurduğumuz kendi dinimize inanmak demektir.

Bunun içindir ki farkında olmadan her birimiz kendimizce bir din türetiveriyoruz hafizanallah…

Affedilmeyecek günahlar arasında zikredilen günahlardan bir olan şirkin tehlikesi ve sinsiliği “zifiri karanlıkta yürüyen kara bir karıncanın yürümesine” benzetilir.

Öyleyse dikkatli olmak gerek…

Düşünmek, tefekkür etmek gerek…

Ben neye inanıyorum?

İnandığım şey bana dünyalık adına ne kazandırıyor?

Bunca yıldır kıldığım namaz, tuttuğum oruçlar, yaşadığım Ramazanlar hayatıma, dünyama ne kazandırdı?

“Şayet her yıl bir gıybet, tembellik, cimrilik, haset, ibadet ve taatte istikrarsızlık… vb. kötülüğümü, kusurumu, eksiğimi gidermiş ve yerine bir güzellik ikame etmemiş ise acaba dine mi yoksa kendime mi zulüm, yazık etmiş oluyorum” diye düşünmek gerek…

Bu günlerin kutsallığı biraz “din ekseninde” düşünmeye bağlıdır.
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI