Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Din ve dindarlık algımız

06 Aralık 2010 - 14:14 Yorum: 3

Din, insanın dünya ve ahiret hayatında mutluluk sağlamak için vardır, sıkıntı ve huzursuzluk için değil…

Son hak din İslam, fıtrat dinidir ve bir bütündür.

Dini, İslam"ı, parçalara böler işinize gelenle amel eder; işinize gelemeyene de demode olmuş düşünceler, buyruklar diye bakarsanız din huzur değil huzursuzluk vermeye başlar.

Kendi içinizde çatışmalar yaşarsınız, kendinizle çatışırsınız.

Maalesef bu gün din bir bütün olarak ele alınmadığında bir çok huzursuzluk, çatışma çıkıveriyor.

Kendince mütedeyyin olmasına rağmen dinde huzur bulamayınca da yeni arayışlara giriyor.

Ve yeni arayışlar kendisine başka sıkıntılar, problemler, yanlışlıklar yaşattırıyor…

Bu gün en boşanma vakaları sıradanlaştığında problem olarak dahi görülmüyor.

Halbuki Allah katında en nahoş helal, boşanmadır.

Boşanma vakalarının “sonuçlarıyla” hep ilgileniyoruz da, nedenleriyle pek az ilgileniyoruz.

Asıl üzerinde eğilmemiz gereken “nedenler” değil mi?

Ama aynaya bakıp kişinin kendisiyle yüzleşmesi pek kolay olmuyor tabi…

Bu gün mütedeyyin geçinen erkeklerimiz dahi evlenirken ne birinci önceliği dindar, güzel ahlak sahibi olması; ne de hanımefendilerin birinci önceliği evine helal lokma getiren bir eş olması…

İlk sorulan, fani şeyler…

 İş, aş, makam, statü,  fiziki güzellik…

Tamam bunlar da gereklidir ama her zaman iş ve aş insana mutluluk vermiyor ki…

Ama güzel ahlak sahibi insan hangi şartlar ve durumda olursa olsun muhatabına pozitif enerji verir.

Dindarlığı da şekilciliğe,sadece belli tarikatlara, cemaatlere, “izm”lere bağlamamız lazım.

Din güzel ahlak ise, dindarda güzel ahlak sahibi olandır.

Hanım, bey dindar mı dindar…

Çocukları ayrı dünyaların insanları…

Sorarsanız bu nedir?

Gençtir daha, bir gün düzeliverir…

Yahu din sadece evlenip belli yaşa gelmişlerin dini değil ki…

Din de israf haramdır…

Ama gel görün ki “hayırda yarışın” yerini “israfta yarış almaya” başlamış…

Sorarsanız kendilerine, “kişi kendi statüsüne göre yaşaması helaldir. Yani kendi konumumuza, gelirimize göre yemeyelim mi, içmeyelim mi, giyinmeyelim mi” cevabını alırsınız.

Ancak yanı başındaki komşusunun, akrabasının, açlıktan kıvrılan, fakirlikten çocuklarını okutamayan, giydiremeyen, yediremeyen nice insanları görmezden gelir…

Çoğu zaman nefesi açlıktan kokanların verdiği rahatsızlıktan olsa gerek hemen kendilerince güvenli sitelere, mekanlara, bölgelere, villalara taşınırlar, sığınırlar…

“Hani Müslümanlar kardeştir. Müslüman dünyanın diğer ucundaki mağdur, muhtaç Müslüman kardeşinden sorumludur”

Dini sadece İslam"ın beş şartına münhasır kılmamız zaten başlı başına bir facia…

Sosyal hayattan soyutlanmış, sadece bireysel ibadete has kılınan bir din olur mu?

Geçtiğimiz günler de bir esnaf sözünde durmamayı “yahu bizim piyasa böyle, hiç kimse sözünde durmuyor. Onun için haftaya teslim olunması gerekli işi, acil iki gün içinde teslim etmen lazım der, haftaya alırsa öpüp başına kor” diyerek kendini haklı çıkarır.

Peki “sözünde durmamayı münafıklık alameti” sayan dinin buyruğunu nereye koyacaksınız.

Sözünde durmamayı sıradanlaştırdığımız için de “karz-ı hasen” diye bir kavramın yerinde yeller esiyor…

Bu kavramın yerini “banka kredileri” aldı.

Şimdi baba oğluna, oğul babaya borç vermez oldu, oluyor…

Neden versin ki?

Hani “malıyla rezil olma” var ya bu gün borç verenler için halen geçerli çünkü…

Adam borcunu istemekten korkuyor, istemez oluyor…

En sevdiği, güvendiği insana düşman oluveriyor borç verdiğinden dolayı…

Sözün değeri kalmamış ki…

Beş on yıl önce alınan borcun geri iadesi olsa ne olur, olmazsa ne olur…

Dinin bu buyruğu sosyal hayatta çıkarılınca her türlü faiz “krediler” adı altında meşru gösterilmeye ve modern dünyanın empoze ettiği ihtiyaç olmayan her türlü şeyler, zaruri ihtiyaçlar listesine giriveriyor…

Ve sonra da “paranın, kazancın bereketi kalmamış, zaman ahir zaman her şeyde bereket kalkmış” edebiyatları…

Nasıl bereket kalsın ki…

“Şükrün” olmadığı yerde “bereket” kalır mı ki…

“Kanaatin” olmadığı yerde “huzur” olur mu ki…

Bir zamanlar “Din, vicdan işidir…” sözü modaydı…

Şimdilerde ise “Din cüzdan ve mabetle sınırlı olma” moda oldu…

Paran, sermayen kadar dindarsın ve Müslümansın…

Yalın ayak, boyun eğik, bütün maddiyattan, benlikten sıyrılmış bir kul olarak Rabbin huzuruna çıkılması gerekli olan hac vs. gibi farz ibadetini yaparken dahi ne kadar para ile yaptığı, hangi kategoride gittiği yarıştırılıyor…

 Sermayen parana göre bazı şeyler helal, haram oluveriyor…

Paranın dini de yok, insafı da…

“Tüm yeryüzü Müslümanlar için namazgahtır” emri ilahisi “Müslüman her tarafta temiz olduğu müddetçe namaz kılınabilir” olarak anlatırdı, anlatılıyor, anladık…

Ve bunu da “dinimizin kolaylığına, namazın ehemmiyetine” delil olarak zikrediyoruz.

“Tüm yeryüzünün Müslümanlara mescit olduğunu” bir de şöyle okumaya çalışsak acaba Kuran-ı tahrif etmiş, dinden çıkmış mı oluruz?

“Müslüman hayatının her karesinde, her yerde, her işte, namazdaymış gibi, ibadet ediyormuşçasına hareket etmelidir. Ebedi hayat ancak fani hayatın her karesi ibadetteymiş gibi harcanmakla kazanılır. Yoksa 50-60 yıllık bir hayatın sadece mabetlerde geçen bir kısmı ile ebedi hayatın kazanılması hiç mümkün müdür?”

Çarşımız, pazarımız, sokağımız, evimiz, işimiz, şirketimiz mescit olursa ancak, biz de hayatın her karesinde Müslüman kalabiliriz.

Yoksa mabette Müslüman,  çarşı pazarda maddeperest, hevâperest, putperest, materyalist oluruz farkında olmadan Allah muhafaza…

 Velhasıl-ı kelam İslam"ı, Kuran-ı, Sünneti değil;

Dindarlığımızı, Müslümanlığımız yeniden bir kez daha sorgulamalıyız…

 Kendimiz Kuran"a, sünnete tabi olmalıyız; Kuran-ı, Sünneti kendimize uydurmaya kalkışmamalıyız…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI