Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
23 Nisan
Hakkı Yiğit

Eğitim felsefemiz mi dediniz?

11 Kasım 2012 - 00:52 Yorum: 0

EĞİTİM FELSEFEMİZ Mİ DEDİNİZ?

Ülkemizde acil olarak ele alınması gereken konuların başında hiç şüphesiz eğitim sistemimiz gelmesi lazım iken maalesef kayda değer bir çalışma ve yoğunlaşmanın olmaması; olan çalışmalar da meselenin ruhu, özü, çekirdeği ile ilgili değil de bedeni, süsü, fiziki alanlarda olması eğitimdeki sorunlarımızın her geçen gün daha da çözümsüz hale getirmektedir

Eğitim meselesi ile ilgilenmek siyasi, popüler bir duruş sergilemek veya bu alanda politika yapmak demek değildir.

Binaların fiziki güzelliklerini sağlamak, temizlik parası kavgası içine girmek, bedava kitap dağıtmak, kitap kırtasiye yardımında bulunmak, bahçe-böcek, akıllı-akılsız tahtalar, teknoloji kargaşalarla uğraşmak… eğitim meselelerini halletmek değildir.

Her şeyden önce bizim bir “eğitim felsefemiz" yoktur.

Felsefesi olmayan bir eğitim, eğitim olur mu hiç?

“Felsefesi olmayan” bir eğitim sisteminin temeli yok demektir. Temeli olmayan bir binanın neyi düzeltilmeye değer ki?

“Kendi felsefesinden mahrum” bir sistemde insan yetişir mi hiç?

Bir ağacın, bir bitkinin, bir hayvanın, herhangi sıradan bir canlının yetişmesi ve gelişmesi için fizyolojik, psikolojik, biyolojik gibi fıtratına, ruhuna uygun olmazsa olmaz şartların gözetilmesi gerekli iken nesillerin yetişmesinde bu hakikatlerin, gerçeklerin; “siyasete”, “politikaya”, “ideolojiye” “ben yaptım odluya” feda edilmesi tam bir cinayettir.

Her devirde eğitim ile siyaset, politika, ideoloji az veya çok iç içe olmuştur, olacaktır da...

Ancak bu büsbütün “felsefeden mahrum” olmak olmamalıdır.

Biz bir devletiz ve maalesef Cumhuriyetten bu yana bizim devlet olarak istikrarlı bir eğitim felsefemiz olmamıştır.

Ne varlığını geçmişini, köklerini inkâr üzerine inşa edilen bir ulus devlet anlayışı zamanlarında, ne Batıyı nesline kıblegâh olarak takdim ettiğimiz sözde modern dönemlerde ve ne de muhafazakârlaştığı söylenilen dönemlerde, hiçbir zaman kendimize ait bir eğitim felsefemiz olmamıştır.

Kalıcı, dünya konvektörüne uygun, dönemsel bir eğitim felsefesine sahip olmak şöyle dursun, şöyle on, on beş yıllık istikrarlı bir eğitim anlayışımız dahi olmamıştır.

Eğitimimiz, kimi zaman ideolojiye, kimi zaman kişilerin egosuna, kimi zaman siyasilerin keyfine, kimi zaman da ehliyetsiz yetkililerin beceriksizliğine kurban ola gelmiştir, gelmektedir.

Son zamanlarda Avrupa Birliği sevdası uğrunda eğitim okur-yazarlıkla özdeşleştirilmiş ve bu konuda da istatistik rakamlar ile uğraşılıp durulmuştur.

Maalesef bu gün hiçbir suç aleti “aldanma” ve “aldatma” hususunda rakamlar ve istatistik bilgiler kadar suç unsuru teşkil etmemektedir…

Yıllar yılı bu ülkenin %99 “Müslüman” deyip vatandaşın dini, milli, ahlâkî, insanî duygularını istismar eden ve vatandaşını “ötekileştirerek” onları en temel haklarından mahrum bırakan zihniyet ile sözde %100 okur-yazarlık için genç dimağları ilim-irfandan, insanı kâmil olma yolundan uzaklaştırıp, çoğu zaman 40-50-60-70 kişilik toplama kamplarına dönüşen sözde sınıflara sokup onları yıllarca oyalayan, enerjilerini heba eden bir eğitim sisteminin arkasındaki istatistik bilgiler, rakamlar bizden neyi saklamaya, çalmaya çalışıyor acaba?

“Benim oğlum bina okur döner döner yine okur” deyip medreseleri, yıllar yılı öğrenciye “emsile- Bina” okutup onların yıllarını heba etmekle suçlayan aydınlarımızın, eğitimcilerimizin, bu gün 12 yıllık zorunlu eğitim boyunca genç dimağların dört işlemi, bir dilekçe yazmayı becerememeleri; bir deneme yazamamaları, iki kelimeyi bir araya getirip meramını anlatamamaları hususunda acaba ne kadar mahcubiyet duyuyorlar...

Zorunlu eğitim, devletin resmi ideolojisini gençlere dikta etmenin ve onları düşünmeyen okur-yazar etmenin diğer adımıdır diye düşünmeden edemiyorum doğrusu…

Ayıptır, ilmin de, alimin de, öğretmenin de, öğrencinin de, mektebin de bir izzeti vardır, ayaklar altına alınmamalı…

Hem padişahın oğlu dahi olsa, ilmin izzetini ayaklar altına almamak için saray gitmeyip şehzadeyi ayağına getirten hocaları alkışlayan ve “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen irfandan, gelenekten gelen biz değil miyiz?

Eskiler “Muallim” “öğretmen” olalı;

“Talebe”, “öğrenci” olalı;

“Talip” ve “terbiye”, “eğitim-öğretim” olalı marifetin bir değeri kalmadı derlerdi.

Eskilerin kıymeti kalmadı diye şikâyet ettiği anlayışı, bugün bizler mumla arar olduk.

Bu gün eğitim ve öğretim de anlaşılan “okur-yazarlık”,

Çoğu okulların, birer potansiyel suç merkezleri; birer zorunlu toplama kampları, neyi-niçin beklediklerini, aradıklarını bilmeyenlerin miskinler tekkesi,

Öğretmenler de güvenlikte sorumlu birer güvenlikçi, dadı, çoban olduğu, görüldüğü bir zamanda “eğitimin izzetinden”, “felsefesinden” bahsetmek de safdilliktir işte…

YAZARIN DİĞER YAZILARI