Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Ramazan Durmuş

Emre itaatin sembolü; Sarıkamış...

12 Şubat 2009 - 17:37 Yorum: 0

Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan Sarıkamış Harekatı'nda yaşanan trajedi, aradan 94 yıl geçmesine rağmen tüyler ürperten anılarla hafızalardaki canlılığını koruyor.

Dünya Savaşı'na girmek zorunda kalan Osmanlı'nın, Balkan Savaşı'ndan yeni çıkması, yeterli hazırlıkları yapma imkanı ve zamanının olmaması nedeniyle savaşın ilerleyen dönemlerinde büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kaldığı biliniyor.

Enver Paşa'nın, 93 Harbi'nde Doğu Anadolu'da kaybedilen Kars, Batum, Artvin ve Ardahan'ı da geri almak ve ardından Kafkasya'ya yönelmek amacıyla, Türk ordusuna, insan boyunu aşan karla kaplı Allahuekber Dağları üzerinden Sarıkamış'a doğru harekete geçme emri ile başlayan trajedi, harekata katılan üst düzey komutanların anılarında bir bir ortaya çıkıyor.

Bu anılardan biri Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Haluk Harun Duman'ın danışmanlığında Salih Koralp tarafından yapılan yüksek lisans tez çalışmasında ortaya çıkan Sarıkamış Harekatı ile ilgili…

Üst düzey komutanlara ait anılarda, henüz bıyığı bile terlememiş, yaşları 12-13 olan çocukların da bulunduğu Türk askerinin, karlara gömülerek şehit oluşu, tüm imkansızlıklara rağmen emre itaatkarlığı, bayrak sevgisi, vatanı uğruna neler yapabildiği anlatılıyor.

Doğu Cephesi'nde savaşa katılan Kurmay Yarbay Şerif Köprülü İlden'in anıları, Sarıkamış Harekatı'nda Enver Paşa'nın taarruz planlaması ve zamanlamasına yöneltilen eleştirilerle birlikte Türk askerinin verilen emirleri yerine getirebilmek için ölüm yolculuğuna sırt çevirmeden çıktığını gösteriyor.

Köprülü Şerif Bey'in anılarında, Sarıkamış Harekatı'yla ilgili öne çıkan ifadelerden bazıları şöyle:

“Sarıkamış bize büyük bir ibret olduğu kadar tarihimize parlak bir sahife-i şereftir. Tarihlere şan olsun ki büyük bir Türk ordusu cahil ve divane kumandanın ihtirasıyla yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle, asırdide düşmanın güllesi ve kurşunlarıyla uğraşa, cenkleşe istiklal-i milli uğruna kamilen mahvoldu da bir neferi arka çevirmedi. Sarıkamış'ta hiç panik olmamıştır.''

Türk askerinin tüm imkansızlıklara ve sıkıntılara rağmen emre itaatin en üst düzeyde olduğunu gösteren İlden'in anılarında, Sarıkamış'ta bir alay cephesinde, birçoğu karlara gömülerek ve bir kısmı da bir kurşun sıkamadan düşman güçlerinin ateşiyle şehit düşen birlikteki son 3-4 askere Enver Paşa'nın verdiği ''saldırın'' emri karşısındaki cevabı anlamlı bulunuyor.

İlden'in, anılarında, Enver Paşa'nın soğuk havanın etkisiyle uyuşuk bir şekilde bekleyen alay cephesindeki sağ 3-4 askere ''Ne bekliyorsunuz? Saldırın'' diye emir vermesi üzerine, askerlerin, ''Şimdi saldıracağız, Paşa Hazretleri'' şeklindeki cevabına yer verilerek emre itaatin en üst düzeyde olduğuna vurgu yaptığı ifade ediliyor.

Sarıkamış Harbi'nde İhtiyat Süvari Kolordusu'nda görev yapan Aziz Samih'in ''Büyük Harp'te Kafkas Cephesi Hatıraları''nda da önemli bilgiler yer alıyor.

Samih'in hatıralarında, silahları, giyimleri ve hareketleri dikkat çekecek ölçüde farklı olan ve iklim koşullarına uymayan giysileri ve yalın ayaklı Türk askerinin durumu hakkında ise ''Şimdiye kadar görmüş olduğum aşair efrat ve zabitan, inzibat ve kıyafet-i askeriye ve kabiliyet-i harbiyeden mahrum ve kısmen paçavralar giyinmiş halktan ibarettir'' ifadesi dikkati çekiyor.

Sarıkamış dramına şahit olan üst düzey komutanlardan Tuğgeneral Ziya Yergök'ün anılarında da savaşın bilinmeyen birçok yönüyle ilgili bilgi verilirken, Sarıkamış Harekatı'nda Allahuekber Dağları'ndaki felaket de gözler önüne seriliyor. Askerlerin, metrelerce kar birikintisi içinde bata çıka Sarıkamış'a doğru yol alırken, Allahuekber Dağları'nda verdiği mücadeleyi anlatan Yergök'ün, savaşta doğa koşularına karşı verilen mücadelenin boyutuyla ilgili ifadesi şöyle:

''Ağır kış koşulları nedeniyle harekatın ilk gününde Türk ordusu felç olmuştur. Türk askerine düşman güçlerinin top ve tüfeğinin verdirdiği kayıp, ağır kış koşullarının verdirdiği kaybın 10'da 1'i kadardır.''

Soğuktan donarak şehit olan ve donmak üzereyken gördüğü askerlerin durumuyla ilgili bilgi de veren Yergök, bir anısında, şöyle anlatıyor:

''Ayaklarımın üşüdüğü bir sırada hem ısınmak hem de ormanlarda olup biteni anlamak üzere yakındaki bir ormana gittim. Keşke gitmez olsaydım. Dolaştığım yerlerde can çekişmekte olan birçok yaralıya rastladım. Bunlardan bazıları sönmek üzere olan bir ateşin başında yatıyor, bazıları da çamların dibinde 'ah, of' ediyor. Bazıları da 2-3 kişi bir arada, kaputlarına sarılı vaziyette, son dakikalarını yaşıyordu. Beni gördüklerinde 'aman Efendim sen bilirsin, bizi buradan kaldır. Donacağız' diye sızlanıyorlardı. Bazıları da bir lokmacık ekmek istiyorlardı. Yanlarına gittim ve yüzlerini okşadım. Askerleri 'şimdi gider sedyecileri bulur ve sizi buradan kaldırtırım' diyerek teselli ettim. Şimdi bu aciz erlerden farkım yaralı olmamamdır. Yoksa sedyeci nereden bulacağım. Savaşmakta olan birkaç eri işinden alıkoyacak değilim ya...''

Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Reyhan Yıldız'ın ''Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış'' adlı eserinde de Sarıkamış Harekatı sırasında Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç'in kaleme aldığı bir günlüğündeki ifadeler de Türk askerinin kurşun sıkamadan donarak şehit olduğuna işaret ediliyor. Pietroroviç'in günlüğünde, Sarıkamış Harekatı'nda Türk askerinin durumuyla ile ilgili şu bilgilere yer verdiği belirtiliyor:

''Allahuekber Dağları'ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı. İlk sırada diz çökmüş 5 kahraman... Omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Tanrı'nın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş kaskatı. Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları, her biri birer füturat oku gibi çelik misali. Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri, apaçık.''

Prof. Dr. Sönmez'in eserinde, ayrıca askerlikten muaf olmasına rağmen orduya gönülü olarak katılan 10. Kolordu askeri Rizeli İrfanoğlu İsmail Efendi'nin anıları da kolordu askerlerinin Allahuekber Dağları'nda yaşadıklarına şöyle, tanıklık ediyor:

''Harekatın ilk gecesinde yaylanın Kuran sesi ile inlediğini çok iyi hatırlıyorum. Herkes ölmek üzere olduğunu biliyordu. Kan kaybından, soğuktan öleceklerini biliyordu. Yani askerimiz henüz şehit olmamış, yarı mevcudu Kuran okuyordu. Mahşer gibi. Ne var ki gece yarısından sonra Kuran sesleri kesildi. Çünkü yaralıların hepsi öldü. Kolordu şehit oldu. Asker dondu. Sadece Kuran okunuyor. Ağlamak yok. Çünkü ağlamak demek bir ümit beklemek, bir ışık beklemek demektir. Herkes öleceğini biliyor. Gece yarısından sonra ses kesildi. Artık kolordunun sustuğunu ben de anladım. Ben yaralanmamıştım. O düzlükte, karanlıkta yaralanmamıştım. Soğuktan donabilirdim. Aklıma geldi ki yaralıların arasına gireyim. Şehit olan bazı askerlerin kaputlarını alarak üst üste giyerek sabahı buldum. Sonra sabah olunca benle birlikte bir kolordudan 10 kişi kaldığımızı anladık.''

Sarıkamış Harekatı'na katılan ve Ruslara esir düşen Albay Arif Bartın'ın anılarında ise savaşta 29. Tümen 3. Alay Sancağı'nı taşıyan askerlerden Er Tevfik'in mektubunda, sancaklardan ayrılışını, aşığın sevgilisine olan vedasına benzetir:

''Ne yazık ki geceleri zifiri karanlıklar içinde karlardan kapanmış yolsuz dağlardan, fırtına ve soğuktan, bahusus düşmanın eline geçmekten korkarak nihayetsiz sıkıntı ve ihtimamlarla yerine teslim edilen bu sancakların acı akıbetini öğrenmek, uğurlarında nefsini feda edecek bir fert için ne elim bir duygudur. Maşukası Leyla'yı kaybeden Mecnun'un duyduğu acıdan daha elemli değil de nedir''

Ruhları şad olsun.

Ne mutlu Türk"üm diyene

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI