Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
23 Nisan
Hakkı Yiğit

Gidiş Nereye?

15 Mayıs 2010 - 12:08 Yorum: 5

Ben hep şuna inanırım...

Bu gün ülke olarak bizim her şeyden ziyade erdeme, irfana, ahlâka, hikmete ihtiyacımız var…

İlim, teknik, teknoloji, ekonomik, refah… elbette bunlar olmasın demiyorum…

Bütün bunlar ahlâkla, irfanla, erdemle ancak bir mana ifade eder, demek istiyorum…

Ahlâkın olmadığı yerde, paranın, teknolojisinin, bilginin… bir mana ifade etmesi şöyle dursun; bunlar buhranları derinleştiren birer unsur olurlar…

Türkiye olarak ciddi bir ahlâk buhranı içindeyiz…

İşin kötü tarafı buhrandan çıkış yolları aramak şöyle dursun; buhranda olduğumuzun dahi farkında değiliz…

Belki de bilip de bilmiyormuş gibi yapıyoruz…

İnananıyla-inanmayanıyla, muhafazakârıyla-laikçisiyle, zenginiyle-fakiriyle, köylüsüyle-şehirlisiyle, dindarıyla- ateistiyle…

Hep birlikte bir kör dövüş içindeyiz…

Ölüm uykusundayız…

Akla ne ahlâk, ne değer, ne nesil, ne de insanlık geliyor…

Var yok maddiyat, refah, daha fazla aş, daha fazla iş, daha fazla para ve daha fazla tüketim…

Ahsân-i takvim sırrına mazhar olunmak için yaratılan insan, tüketim kulluğuna kendini kaptırmış…

Maddenin esiri, kölesi, kulu oluvermiş…

Ebedi hayatı kazanmaya namzet yaratılan insan, madde, makam için didişip durmakta…

Düşünüyorum da, iyi ki elli, atmış yıl ömür biçiyor bize yaratıcı…

Ya hafazanallah önceki kimi insanlar gibi bizlere de altı yüz, yedi yüz yıl ömür biçilmiş olsaydı neler yapmazdık acaba?

 Mali, iktisadi, siyasi, Avrupa Birliği için tam üyelik… vesaire… vesaire kanunları, maddelerinden başımızı kaldırıp da; millî ahlâkî değerlerin esamisini bile okuyamaz olduk…

Kimilerinde bu zamanda bu iktidarın millî ve manevi değerler ile ilgilenmesi parti kapatmaya davetiye olacağı inancı…

Kimleri için de maneviyattan, ahlâktan bahsetmenin çağdaş ve laik bir sistemden dönüşün sinyali… 

Kimileri için muhafazakâr bir iktidarın başta olmasının sarhoşluğu…

Kimileri için biraz da biz istifade edelim bu dünya, iktidar nimetlerden aldanışı, gafleti…

Kimileri için din ve dine ait her şeyin afyon oluşu…

Kimileri için gün bu gündür, dünyaya bir daha gelmeyeceğiz ya aldatmacası…

Kimileri için dinin, inancın, ibadetten ibaret kılınması, mabede hapsedilmesi…

Kimileri için zamana ayak uydurmanın mecburiyeti inancı hâkim…

Her birimiz kendimizce bir mantığa bürünmüş ve felakete gözü kapalı, gönüllü olarak gidiyoruz…

Bu günlerde bir siyasi parti liderini istifaya götüren bir süreç yaşandı…

İnsan olarak elbette üzülüyoruz…

Keşke olmasaydı…

Olay bir komplo mu? Şantaj mı, montaj mı?

Dönecek mi, dönmeyecek mi?

Bu istifası bir siyasi manevra mı?

Bunlar beni ilgilendirmiyor…

Benim dikkatimi çeken başka bir nokta var…

Vahim bir değişimin ayak izleri, emaresi olarak okuyorum…

Bir siyasi lider uygunsuz bir görüntüden dolayı istifa ediyor parti başkanlığından…

Bu bir erdemliktir bence…

Ancak ekranlara yansıyan gözyaşlarını anlamak ve açıklamak mümkün değil…

Neden bu insanlar ağlıyor…

Liderlerini çok sevdiklerinden mi?

Bizim kültürümüzde hiç kimse böyle bir isnat, iftira karşısında dahi, -velev ki böyle bir suça karışan evladın annesi bile - gözyaşlarını ceyhun etmez(di)…

Olsa olsa başına gelen bu felaket ve afetten, utancından ağlar(dı)…

Evladı da olsa böyle bir tablo karşısında “şeriatın kestiği parmak acımaz” der, “inadına… inadına…” deyip de sahiplenmez(di)…

Böyle bir isnat, iftiradan kendini aklamadığı müddetçe gidip de boynuna sarılmaz, ağlamaz(dı)…

Böyle bir -şayet iftira bile olsa- şaibe karşısında göğsünü gere gere dışarıya çıkamaz(dı), üzüntüsünden telef olur, yıkılır(dı)…

Evet ama… Niye tuzak kurdular demez, diyemez(di)…

Böyle bir gayri ahlaki bir cürüm işlemek başka, bu cürümü ortaya çıkarmak için kurulan tuzak, komplo başka…

Bu ikisi de gayrî ahlâkî…

Ama bu iki gayrî ahlakî durumdan bir doğru, bir erdem, bir merhamet, şefkat, bir sahiplenmek çıkmaz(dı)…

“Ben bu güne kadar, bu makama gelmek için bunca yıl ömrümü verdim, istifa etmem” deme pişkinliği hiç gösterilemez(di)…

Ve her şeyden daha önemlisi,

Bütün bu olup bitenler gözler önünde cereyan ederken, görüp bakanlar da “yahu ne yapalım kaderde varmış” deyip “inadına… inadına…” demezler(di)…

 İnsanların böyle nahoş olaylara sevinmesi elbette insanlıktan çıkmış olmanın ifadesidir…

Böyle bir vakadan yola koyularak kişiyi ayıplama, taşlama, lanetleme yarışına koyulmak da günah olarak da kişiye yeter…

Ancak olup bitenleri sıradan bir vakıa olarak görüp kabullenmek anlaşılır şey değildir…

Böyle bir duruş ve kabulleniş gerçekten milli ve ahlâkî değerler açışında önümüzde denizin bitmiş olduğunun göstergesidir…

Ekranlara yansıyan gözyaşları ve inadına… inadına… yapılan tezahüratlar ve sahiplenmeler milli ve ahlâki değerlerin ayaklar altına alınmasının sinyali olarak okudum…

Milletleri millet yapan, bir milleti diğer milletten ayıran bazı kendine has değerler vardır…

Onları bitişi, milletlerin felaketi olur…

Napolyon ne güzel söylemiş değil mi?

“Milletler parasızlıktan değil, ahlâksızlıktan çöker”

Münferit bir olayı ballandıra ballandıra veyahut beddua ede ede evirip çevirerek anlatmanın bir manası yok…

Bence her fert şapkasını önüne alıp “gidiş nereye?” diye kendisine sormalıdır…

YAZARIN DİĞER YAZILARI