Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
23 Nisan
Hakkı Yiğit

İnsan Ne Yerse O Odur

20 Ekim 2009 - 11:56 Yorum: 3

Anadolu"nun küçük bir ilinin mütevazı bir semtinin sakin bir mahallesi…

Mahalle sakinleri; mütedeyyin, orta halli ailelerde oluşmakta…

Birinci derecede ilişkiler hâkim…

“Komşu komşunun külüne muhtaçtır… Ev alma komşu al” gibi atasözlerinin halen geçerli akçe olduğu bir dönem…

Mahalleli henüz şarküteri, market nedir bilmiyor…

Mahallenin yegâne alışveriş merkezi, mahalle camisinin tam karşısında iki katlı kerpiçli evin yola bakan alt katındaki bir oda…

“Mahalle bakkalı…”

Bakkalın sahibi başında altı köşeli şapkası, sırtında cebinde zincirli kurma cep saatinin bulunduğu yeleği, uzun pineli şalvarı, ayağında arkasının üzerine basılmış köseli kunduralı hacı dayı…

O günlerde her şey doğal, her şey Sunilikten uzaktı…

Giyinme de, tebessümde, kızma da…

Taş yerinde ağırdı…

Uzun uzadıya konuşmaya, nasihate ne hacet…

Okuma yazma bilmeyen çağalar dahi Hacı dayının duruşunda, hitabında, simasında o gün mahalleye, mahalliye, ailesine dair vaziyeti coğrafyayı okuyabiliyordu…

Mütedeyyin bir aile…

Evlatlarının boğazına haram lokma girmesin diye çırpınıp koşuşturan, televizyon giren eve melek girmez diyen bir baba…

Evlatlarının güzel bir ahlak ve iffet üzerine yetiştirme hususunda çırpınan bir anne…

Anne evladını okşayarak, öperek uyandırıverir…

“Oğlum! Hadi bir bakkala git de bir ekmek al… Baban işe geç kalacak”

Uykunun mahmurluğu, yatağın sıcaklığı ve annenin ruhu okşayan seslenişi ile çocuk yataktan kalkmayı pek istemez…

Biraz daha okşanmak istediğinden olsa gerek, nazlanıverir…

Anne o ruhu okşayan en içten sesiyle biricik yavrusuna seslenmeye devam ederken işten-güçten nasırlaşan o öpülesi elleriyle yavrusunun saçlarını okşar…

Bin bir nazla uyandırıverir oğlunu ve bakkala gönderiverir…

O gün bakkalcı hacı amca bakkalda bulunmaz…

Kendisinden iki ekmek isteyen çocuğa, hacının daha askere gitmemiş torunu dikkatsizce bir gazete kâğıdına sardığı iki ekmeği uzatıverir…

Hacı olsaydı dikkat etmez miydi hiç?

Ekmeğini alan çocuk usulca yola koyulur…

Bakkal biraz eve uzak ya…

Ekmeğin sarıldığı gazeteye gözleri ilişir…

Mahmurluğunu kaçıran daha gencecik güzel mi güzel bir bayanın pozu...

Öğretmenin birkaç gün önce “güzele bakmak sevaptır” sözü kulağında çınlanıverir…

Ve fotoğrafın atındaki yazıya gözleri kayar…

Büyük puntolarla “Filan feşmekân manken dün sevgilisiyle felekten bir gece çalarken objektiflerimize yakalandı” diye bir iki satır yazı…

Hemen alttan bir başka güzel…

“ Filan feşmekân festivalde bu yılın güzeli seçilen yıldızdan erkekleri arkasından koşuşturma sanatı üzerine mühimce bir söyleşi…”

Yazı bitmemişti ki yol bitmişti…

Eve nasıl geldiğini fark etmemişti bile…

Annesinin “hadi oğlum sen de gel bir şeyler ye...” seslenişine

“Karnım tok, ben yemeyeceğim…” der…

Gerçekten karnı tok muydu bilinmez ama ekmeğe sarılan gazete zihnini allak bullak etmeye yetmişti…

Zehirli bir gıdayla güne başlamıştı...

Efendiler Efendisi öyle demiyor mu?

 “Harama bakış şeytanın oklarından zehirli bir oktur”

Düşünün bir…

Bizler ve çocuklarımız güne ne ile başlıyoruz…

Gün boyu ruhumuz ve zihnimiz ne ile beslenip de uyku âleminin dalıyor…

Düşündünüz mü hiç?

“Bir lokma, bir bakış, bir dokunuş, bir öpme bazen kişiyi ömür boyu inletmeye yeter…

“Hazar et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma” der Bediüzzaman...

Bir bakmayla, bir lokmayla, bir gazete ile ne olur deme…

 “Bir bakış bir bakışa çok şeyler hatırlatır…

Bir bakış bir bakışı senelerce ağlatır…” der şairin biri…

Ne de doğru söyler…

Bence abone olduğunuz veya her sabah aldığınız, okuduğunuz, ekmeğinizi sardığınız gazetelere bir de bu gözle bakınız…

Çok şeyler olduğunu fak edeceksiniz…

Kâinatta küçük hiçbir şey yoktur…

Hiçbir şey de zayi olmuyor…

Dev bir ağaç minnacık bir tohumda saklı değil mi?

Ve unutmayınız…

 “İnsan ne yerse, O odur…”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI