Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

Kanattırılan bir yara Başörtüsü

25 Ekim 2010 - 21:26 Yorum: 2

Yeter artık…

Bırakalım başörtüsü ile alakalı şu sığ tartışmaları…

Tartışmalar bir problemi çözmek, bir yaraya merhem olmak için değil; kendiliğinden iyileşmeye, dinmeye, kabuk tutmaya başlanan bir problemi, yarayı deşmekten öteye gitmiyor çünkü…

Kim tarafından olur olmaz zamanlarda gündeme getirilmiş olursa olsun bu tür tartışmalar, art niyetten değilse bile en azında gaflettendir.

Bu güne kadar milletin hangi meselesini bir araya gelip şöyle akl-ı selim konuşarak hallettiler siyasetçilerimiz…

“Başörtüsüne uzanan eller kırılsın”, “kılacağız” diyenler; başörtüsü yasağını boykot için okullarının önünde bekleyip derslerine girmeyen kızlarımıza “Yanındayız… Arkanızdayız… Sizinleyiz…” diyen ve onlarla basına boy boy poz verme yarışına koyulanlar, bu güne kadar ne yaptılar da başörtüsünü bir rejim meselesi, cumhuriyetimizin temeline konulan bir dinamik olarak görenlerin bu günlerde kalkıp “başörtüsü meselesini ancak biz çözeriz” demelerine umut bağlayıp bir şeyler yapmasını bekleyelim…

Kendimizi kandırmayalım…

Hani başkası tarafından aldanmaya bir yere kadar anlayış göstermek mümkün ama; kişinin bu kadar da kendisini kandırması, kendisine karşı yaptığı en büyük saygısızlıktır bence…

Hem neyin kavgasını, mücadelesini veriyoruz ki?

Başörtüsü şayet bir dini vecibe ise –ki bana göre nasıl olacağına dair anlayış farklılıkları olsa da bir dini vecibedir- onun sadece üniversitelerde özgür kılınması dini vecibeni yerine getirmeye yetmiyor ki?

Okulunu bitirmiş bir kamu görevine talip bir hanımefendiye “yok efendim sen başını kapatamazsın” dayatması peki o zaman ne ile izah edilebilir…

Okurken başını açmak haram, günah da; çalışırken açmak günah değil mi?

Burada bir tezatlık var…

İşin için de problemi halletme yok…

Halleder gibi görünmek, vitrinlere oynamak, puan toplamak var…

Psikolojimken tatmin olmak var…

“Hele bir üniversitede yasak kalksın da…” deyip sonra da devamının geleceğini düşünmek ise ne anlama gelir…

Bazılarının korkularında haklı çıkarmaktan, samimiyetsizlikle itham edilmekten ve nur topu gibi yeni bir tartışma, suni kavga tohumu ekmekten başka ne yapmış oluruz ki…

Bırakalım bu tür sığ tartışmaları bir tarafa artık…

Mesele, dini bir mesele ise, bir dini vecibenin yerine getirilmesinin engellenmesi söz konusudur.

Dini bir mesele laik bir ülkede devlet eliyle değil; o dinin müntesiplerince kabul edilen otorite, hakem kim/ne işe onlarca hal edilir. Bu din özgürlüğünün gereğidir.

Yok, mesele insan haklarının ihlali söz konusu ise; kim olursa olsun -kişi bir başkasının özgürlüğüne engel olmadığı müddetçe- kendi inancını, hayatını kendince yaşama hakkına sahiptir. Hiçbir otoritenin kişinin giyim ve kuşamına, inancına, ibadetine müdahale etme hakkı yoktur.

Hele laik bir ülkede hiç yoktur…

Mesele ya insanın temel hak ve hürriyetler; ya da dini bir vecibe olarak ele alınabilir.

Ben meselenin kişinin temel hak ve hürriyeti açısından ele alınmasından yanayım.

Zaten din ve inanç özgürlüğündeki serbestiyet de bireyin temel hak ve hürriyetlerdendir.

Devletin (kendini bu ülkenin asıl sahipleri olarak görenler demek daha doğru ya!) ikide bir müdahalesi olmazsa, böyle bir problem olmayacak zaten…

Vatandaş devletten Diyojen"in istediğini istiyor. “gölge yapma başka ihsan istemem” diyor.

Ama kendini devlet yerine koyan efendiler, statükocular -ki bence Sayın Haşim Kılınç"ın “statükonun kibirli mensupları ifadesini kullanmak daha yerinde olacak- devleti kendi babalarının çiftliğiymiş gibi kullanıp orada at koşturmaktan vazgeçmek istemiyorlar…

Bunun için de “kamusal alan” gibi bir kavram türettiler…

Ellerindeki bir sihirli değnek ile nereye dokunsalar, nereyi işaret etseler orası hemen bir kamusal alana dönüşüveriyor…

Okuldaki öğretmen, hastanedeki doktor, dairedeki bayan memure için buralar kamusal alan iken; orada çalışan çaycı, hizmetçi, ücret karşılığında hizmet satın alan hanımefendiler için kamusal alan olmuyor her ne hikmetse…

Aslında bu ayrım dahi zihinlerinin arka planında olup bitenleri algılama adına yeter okuyabilenler için…

Bence değdiği her yeri kamusal alanına dönüştüren bu sihirli kavram sadece lügatlerde değil, zihinlerde silinmedikçe başörtüsü problemi de büsbütün çözülemeyecektir maalesef.

Toplum huzurunu, hoşgörülüyü dinamitleyen, erdemli ve hoşgörülü toplum olma yolunda engel olan bu sihirli değneğin bir an önce statükocuların kibirli efendilerinin elinden alınması lazım…

Yoksa hep birileri kendi çıkar, menfaatlerince bu sihirli kavramı sadece kalkan olarak kullanmakla kalmaz; millete, idarecilere, iktidara karşı aba altında sopa olarak göstermeye devam edeceklerdir hep.

Peki, bu sihirli kavram lügatlerde silinmiyorsa ne yapmalı…

Bilemiyorum…

Ama aklında zoru olan kimilerin kalkıp “yahu kamusal alan olur da, "dinsel alan" olmaz mı? Dese ve “her horuz kendi çöplüğünde ötecekse gel de öterim” deyip bazı mekânları “dinsel alan” ilan etse ve oralara girmeyi özel bazı şartlara bağlasa hiç şaşmam…

Hatta çok “aaaaaafferin” dahi kazanır bence…

Mesela, Mabetlerin avlusuna -velev ki bir yudum su almak için dahi olsa- abdestsiz girilemeyeceğine…

Her dinin müntesiplerince ibadet anı belirlenen vakitlerde en azanında bir teşehhüt miktarı kadar mabedin içinde bulunmayanın şu kadar para cezasına çarptırılacağına…

Hanımefendilerinin kara çarşaf; erkeklerin de sarık, takke, cübbe (ki rivayetlere göre kimileri sohbetlerine çarşafsız, cübbesiz, sakalsız gelinmemesi gerektiğine dair bazı notlar düşmeye başlanmış bile) giymeden türbelere, mabetlere -velev ki bu mabetlerin avlusu dahi olsa- girilemeyeceğine…

Cuma günü iç ezanla birlikte, bayramları ise seherde camide bulunmayanın; Pazar günü kilisede bulunmayanların cenazesi katiyen yıkanmayacağını ve mevtanın dini vecibesinin yerine getirilemeyeceğini… Deseler ve inanç turizmi adına yüksek meblağ bırakan Sultan Ahmet, Ayasofya, Eyüp Sultan, Akdamar… vb. tüm mabed ve dini motif bulunan her alanı ve bu alanlardaki alışveriş merkezlerini “dinsel alan” adı altında arka bahçe yapıp at koştursalar “kamusal alan” adı altında yapılan ayrımcılık ve yanlışlık kadar ayırımcılık, yanlışlık yapmış olurlar mı ey okur?

 Size bırakıyorum…

YAZARIN DİĞER YAZILARI