Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Güncel 23 Temmuz 2014 - 22:40 Yorum: 0

KDK'dan İsrail iddialarını çürüten rapor

KDK'nın raporu Türkiye'nin İsrail'e jet yakıtı sattığı, Kürecik'ten elde edilen istihbaratın İsrail ile paylaşıldığı ve İsrail’in OECD üyeliğinin Türkiye tarafından teşvik edildiği gibi iddiaların asılsız olduğunu gösterdi.

KDK'dan İsrail iddialarını çürüten rapor

Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünun (KDK), Türkiye-israil ilişkilerine yönelik hazırladığı raporda, İsrail'e jet yakıtı satıldığı, Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratın İsrail ile paylaşıldığı ve İsrail’in OECD üyeliğinin, Türkiye sebebi ile teşvik edildiği yönündeki iddiaların asılsız bulunduğu bildirildi.

KDK sebebi ile İsrail'le son çağda yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirme raporu hazırlandı.

Türkiye -İsrail ilişkilerinin geçmişine ve umumi çerçevesine ayrıntılı şekilde yer verilen raporda Türkiye'nin İsrail'e jet yakıtı sattığı, Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratınİsrail ile paylaşıldığı ve İsrail’in OECD üyeliğinin, Türkiye sebebi ile teşvik edildiği yönündeki iddiaların asılsız bulunduğu vurgulandı.

Ayrıca, İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) 'Batı Grubu'na üyeliğineTürkiye sebebi ile tasdik verilmediği ve  Türkiye Cumhuriyeti'nin İsrail’in devlet terörüne karşı çıktığı kaydedildi. 

 Geçmişten bugüne bütün Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin, İsrail ile ilişkilerde ilkeli bir tutum izlediği belirtilen raporda, Türkiye'nin, İsrail’e yönelik politikalarını, İsrail’in Filistin halkına, barış sürecine ve uluslararası hukuka karşı aldığı tavırları dikkate alarak belirlediği anlatım edildi.

Türkiye'nin İsrail'i 1949’da tanıdığı, 1950'de ise elçilik şekilde açılan temsilciliğin, Süveyş Kanalı savaşı sonrasında 26 Kasım 1956'da maslahatgüzarlık seviyesine indirildiği belirtildi. Takip eden süreçte ilişkilerde yaşanan olumlu gelişmelere enlem şekilde 1963 Temmuz ayında tekrardan elçilik açıldığı ve 1 Ocak 1980'den itibaren temsilciliğin büyükelçilik seviyesine yükseltildiği kaydedildi. 

Raporda, 1980'de İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhakı ve sonsuz başkent ilan etmesi üzerine, 30 Kasım 1980'de temsil seviyesinin bu kez ikinci katip seviyesine düşürüldüğü ve 1990’lı senelerde ilişkilerinin gelişmesinin, 1992’de başlayan Oslo Barış Süreci bağlamında meydana geldiği anımsatıldı. Ortadoğu’da sulh sürecine yönelik bölgesel ve küresel düzeyde ümit ve beklentilerin yükseldiği, İsrail’deki hükümetlerin bu süreçlere katkıda bulunduğu dönemlerde ilişkilerin normalleştiği, İsrail’in işgal politikalarına arka döndüğü ve Filistin halkını katlettiği zamanlarda ise Türkiye'nin kullanılan politikaları lanetleyerek gerekli tüm adımları attığı aktarıldı. 

İlkeli duruş

Raporda, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, merhum Başbakan Bülent Ecevit, merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan dönemlerinde ve Türk hariç politikasındaki birçok çağda de söz edilen tutumun örneklerinin defalarca görüldüğü anımsatılarak 'Örneğin, merhum Başbakan Ecevit, 3 Nisan 2002’de İsrail’in Cenin mülteci kampında bin 300 Filistinliyi katletmesi üzerine ‘İsrail soykırım yapıyor’ açıklamasını yapmıştır' ifadesi yer aldı. 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetler döneminde bu ilkeli duruşun, kararlı bir siyasal perspektife kavuştuğu ve etkili bir küresel siyasi vizyona dönüştüğü kaydedilerek İsrail’in sulh sürecine katkı verdiği zamanlarda bu tavrının teşvik edildiği, ama işgal ve katliam politikalarına döndüğü zamanlarda ilişkilerin askıya alındığı vurgulandı. 

İlişkiler askıya alındı

Bu çerçevede, Suriye ile İsrail içerisinde arabuluculuk oluşturan Türkiye'nin, İsrail’in 2008 sonunda Gazze’ye saldırması üzerine ilişkilerini askıya aldığı, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna düzenlediği saldırıdan sonra ise büyükelçisini arka çektiği hatırlatıldı. İsrail’in 2013’te özür dilemesinden ve tazminat ödemeyi kabul etmesinden sonra ilişkilerin normalleşmesi için bir fırsat doğduğuna işaret edilen raporda, İsrail’in 7 Temmuz'da başlattığı ve 23 Temmuz itibarıyla 162’si çocuk, 78’i bayan olmak üzere 635 sivilin 2 katledildiği, 4 binden çok sivilin yaralandığı Gazze’ye yönelik saldırısıyla beraber normalleşme sürecinin de askıya alındığı açıklandı. 

Raporda Türkiye'nin, Filistin halkının özgürlüğünü ve güvenli bir Ortadoğu’yu, bölgesel sulh ve küresel istikrarın temini için bir zorunluluk şekilde gördüğü ve bu kapsamda Ortadoğu barışı konusunda yapıcı ve ilkeli tutumunu sürdürmeye devam edeceği belirtildi. 

Asılsız iddialar

KDK sebebi ile hazırlanmakta olan raporda son çağda orta atılan iddialara da değinildi. İlk şekilde Türkiye hükümetinin İsrail’e askeri jet yakıtı satmadığı, bu yöndeki iddiaların tümüyle asılsız olduğu ve dezenformasyon amacı taşıdığı vurgulandı. Raporda Türkiye’nin İsrail’le bu türden bir enerji ve ya savunma anlaşması olmadığı, sivil havacılık anlaşması çerçevesinde Türk ve İsrail yolcu uçaklarının karşılıklı yakıt ikmali yapabildikleri belirtilerek 'Bunun Filistin halkını vuran İsrail jetlerinde kullanıldığını iddia etmek, açık bir çarpıtma ve saptırmadır' denildi. 

Türkiye'nin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) petrolünü İsrail’e satmadığı anlatım edilerek enerji ve petrol sahalarında Türkiye ve İsrail içerisinde herhangi bir anlaşma veya işbirliği var olmadığı, sınırlı miktardaki Irak petrolünün ise Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırıldığına işaret edildi. Konuya dair bununla beraber uluslararası piyasalara arz edilen petrolün satış yetki ve tasarrufunun IKBY’ye ait bulunduğu anımsatıldı. 

İsrail’le hariç ticaretin artmasının bir tutarsızlık olmadığı, küresel ekonomideki tesir ve rolünü giderek artıran Türkiye’nin, hariç ticarette istisnasız her alanda bir girişim içerisinde olduğu kaydedilen raporda, bu çerçevede İsrail ile olan ticarette de son senelerde bir artış olduğunun bilindiği fakat bu artışta, İsrail’e yönelik şekilde hükümetin ve devletin, resmi anlaşmalar yoluyla herhangi bir katkısının olmadığına dikkat çekildi. Ticaret artışının büyük bir kısmının hususi şirketlerin serbest alan çerçevesinde yaptıkları ticaret, bir kısmınınsa Filistin’e ambargo itibarı ile İsrail üstünden yürütülmek zorunda kalınan ticaret olduğu anlatım edilerek bir kısmınınsa vergi anlaşmaları sebebiyle üçüncü ülkelerle yapılan ticareti İsrail üstünden yürüten şirketlerin çalışmaları bulunduğu yazıldı. 

Kürecik Radar Üssü

Raporda Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratın İsrail’le paylaşılmadığı, NATO roket savunma sistemi ve bunun bir unsuru olan Kürecik’teki radarın, NATO üyesi ülkelerin korunmasını amaçladığı bildirildi. 

Konuya dair açıklamada, şu bilgilere yer verildi:

'Sistemin NATO üyesi olmayan bir ülkeye koruma sağlaması olası bulunmadığı gibi, radar bilgilerinin İsrail gibi NATO müttefiki olmayan ülkelerle paylaşımı da söz konusu değildir. Bu husus, 2012 Şubat ayında ülkemizi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri sebebi ile da açık bir biçimde kamuoyuna duyurulmuştur.' 

Türkiye'nin Gazze’ye yapılan saldırılara karşın İsrail’le diplomatik ilişkilerini üst düzeyde devam ettirmediği yinelenen raporda, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna İsrail’in saldırısıyla 10 Türk vatandaşının katledilmesi üzerine, diplomatik ilişkilerini askıya alındığı, büyükelçinin geri çekildiği ve İsrail büyükelçisinin de ülkesine geri gönderdildiği anımsatıldı.

Raporda var hal değişmediği gibi, var koşullar altında ilişkilerin normalleşmesi ve diplomatik ilişkilerin tesisinin de olası olmadığı, ilişkilerin normalleşmesi için her şeyden öncelikle İsrail'in hukuka ve insan haklarına saygılı, normal bir memleket bu gibi davranmasının gerekliliği vurgulandı.

İsrail’in OECD ve UAEA 'Batı Grubu'na üyeliği

Raporda, İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) 'Batı Grubu'na üyeliğine Türkiye sebebi ile tasdik verilmediği belirtilerek İsrail'in 1957’den buyana UAEA üyesi olup, UAEA nezdinde herhangi bir coğrafi küme bünyesinde yer almadığı aktarıldı. Raporda, 'İsrail, 'Batı Avrupa Grubu' üyesi ülkeler nezdinde girişimde bulunarak, Ortadoğu ve Güney Asya Grubu’na giremedikleri cihetle 'Batı Avrupa Grubu'nda (sırf adaylık konuları ele alınmaktadır) temsil edilmeyi istek ettiklerini ifadeyle destek ilgi etmiştir. Ülkemiz İsrail’in girişimine olumlu yaklaşmamaktadır. 'Batı Avrupa Grubu' bünyesinde bu konu için bir uzlaşma oluşmadığından konu Ekim 2014’e ertelenmiştir' yönündeki bilgilere yer verildi. 

İsrail’in OECD üyeliğinin de Türkiye sebebi ile teşvik edilip onaylanmadığı belirtilerek, sürecin şu biçimde gerçekleştiği kaydedildi: 

'İsrail’in üyeliği, 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara saldırısından önce, ülkemizin İsrail’den beklenti ve talepleri kayda geçirilmek şekli ile gerçekleşmiştir. OECD Bakanlar Konseyi’nin 15-16 Mayıs 2007 tarihli toplantısında Estonya, İsrail, Rusya Federasyonu, Slovenya ve Şili ile üyelik müzakereleri başlatılması kararı alınmıştır. Türkiye, OECD’nin tekrardan yapılandırılmasını ve genişlemesini, örgütün küresel ekonomik yapıdaki yerini güçlendireceği inancıyla desteklemektedir. Bu çerçevede, diğer namzet ülkeler bu gibi İsrail’in de üyeliğine o zamanın koşulları çerçevesinde ülkemizce müspet bakılmıştır. OECD sebebi ile yürütülen teknik inceleme ve siyasi kriterleri yerine getirme durumunun değerlendirilmesini takiben, Estonya ve Slovenya ile beraber İsrail, OECD Konseyi’nin 10 Mayıs 2010 tarihli toplantısında birlikte üyeliğe çağrı edilmiştir.'

Bu toplantıda Türkiye tarafından yapılan milli beyanda, OECD’nin Ortadoğu bölgesine genişlemesinin, örgütün muhtelif üyelerin mevcudiyetiyle pekişen küresel ekonomik aktör olma rolünü teyit ettiği; Türkiye’nin İsrail’in OECD’ye üyeliğini bu çerçevede değerlendirdiği; lakin OECD’nin hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına saygı ve uluslararası hukukun esas ilkeleri üstünde müşterek bir anlayışa sahip benzer görüşlü ülkelerin teşkil ettiği bir forum olduğu; dolayısıyla eklenmiş olan bütün ülkelerin, örgütteki üyelikleri süresince bu açık ve net vecibeleri yerine getirmesinin beklediği kaydedildi. 

Ateşkes tartışmaları

Raporda, Türkiye’nin Filistin-israil arasında ateşkesin sağlanması için gayret göstermediği hatta girişimleri engellediği yönündeki iddiaların tam olarak asılsız olduğu, Türkiye'nin işgal ve katliam politikalarını sona erdirecek bütün süreçlere verdiği destek ve aldığı inisiyatiflerin net bir biçimde ortada bulunduğu anlatım edildi. 

Raporda, TBMM’de 18 Temmuz günü kabul edilen bildiri de Türk milletinin yekvücut şekilde Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğunu bütün dünyaya tekrardan gösterdiği ve  İsrail’in saldırılarının sona erdirilmesi ve taraflar içerisinde sürdürülebilir bir ateşkesin tesisi için yoğun bir münasebet trafiği yürütüldüğü anımsatılarak 'Sayın Başbakanımız, Mahmud Abbas ve Halit Meşal’le devamlı münasebet şeklinde olmuştur. Sayın Başbakanımız ayrıca, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande ve Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamad Al Sani ile görüşmüştür' denildi. 

Süreçte TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in de İranlı muhatabı Laricani’yle gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde, İİT Parlamentolar Birliği Troykası’nın, İsrail’in saldırılarını ele almak üzere olağanüstü toplanmasında mutabık kalındığı ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Filistin’de yaşanan gelişmeler hakkında, krizin başlangıcından bu yana mevkidaşları, ilgili aktörler ve uluslararası müessese yöneticileriyle yoğun bir temas trafiği gerçekleştirdiği kaydedildi. Raporda sürece dair şu ifadeler yer aldı: 

'Bütün bu görüşmelerde kalıcı ve etkili bir ateşkesin ilan edilmesi için Türkiye olarak her tür destek verilmiş ve inisiyatif alınmıştır. İsrail’in kara unsurlarını da dahil ederek saldırılarını genişlettiği bir aşamada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ülkemize bir ziyaret gerçekleştirmiş ve görüşmelerde ateşkes ile bölgede sükunet sağlanması çabaları ve Türkiye’nin bu süreçteki katkıları ele alınmıştır. Bu istişareler çerçevesinde Türkiye, Katar, Mısır ve ABD’nin dahil bulunduğu bir süreç başlatılmıştır. Ateşkesin sağlanmasını hedefleyen bu girişim halen devam etmektedir. Sürdürülen bu girişimlerde, Sayın Başbakanımızın liderliği ve ülkemizin sergilediği aktif tutuma, uluslararası örgütler sebebi ile da büyük ciddiyet verildiği defa’atle anlatım edilmiştir. Ateşkesin sağlanması için çalışmalarımız devam ederken, acil insani yardım için Filistinli kardeşlerimize yardım eli uzatılmış ve hemen harekete geçilmiştir. AFAD, TİKA ve Türk Kızılayı sebebi ile ilk aşamada lüzumlu bütün adımlar atılmıştır. 23 Temmuz tarihli Başbakanlık genelgesiyle Filistin için yardım kampanyası başlatılmıştır.'

Musevi nişanı ve üstün cesaret ödülü

Raporda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Yahudi firmalar sebebi ile verilen Musevi nişanı ve üstün cesaret ödülünü iade etmemesinin bir tutarsızlık işareti bulunmadığı belirtilerek Başbakan Erdoğan’a tevdi edilen ödüllerden birinin, 2. Dünya Savaşı'nda Hitler Almanya’sında soykırıma uğratılan Yahudileri kurtaran kahraman Türk diplomatların anısına Haziran 2005'te verildiği anımsatıldı. Söz konusu ödülle beraber, diplomatlarımızın adının yazılı bulunduğu bir plaketin de Erdoğan'a takdim edildiği, diğer ödülün ise Kasım 2003'te İstanbul’da yabancı bir banka şubesine ve iki sinagoga yapılan terör saldırılardan kısa bir vakit sonra, Ocak 2004'te Türkiye'nin demokratik değerlere bağlılığı ve teröre karşı cesur mücadelesi sebebi ile verildiğine işaret edildi. 

Raporda, 'Bu tartışmayı, esası itibarıyla ülkemizin ve Başbakanımızın ilkeli duruşunun bir teyidi olarak görüyoruz. Bu ödüller, Türkiye-İsrail ilişkilerinin değişik bir mahiyette olduğu dönemde arz edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti gerek islamofobi bu gibi ırkçılık olarak gördüğü antisemitizm meselesinde gerekse teröre karşı mücadele konusunda pozisyonunu aynen korumaktadır. Bu sebepten dolayı dolayı, Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’in devlet terörüne karşı çıkmaktadır. Bu iki konunun birbirine karıştırılması ve Sayın Başbakanımıza ve hükümete karşı bir kara propaganda vasıtası biçimine getirilmek istenmesi kabul edilemez' ifadesine yer verildi. 

Türkiye'deki Musevilerin durumu

Türkiye'nin  gerek Türkiye vatandaşı olan Musevileri gerekse dünyanın dört bir yanındaki Musevileri, İsrail hükümetinin işgal ve şiddet politikalarından ayrı ele aldığı belirtilen raporda, İsrail yönetimine gösterilen tepkinin Musevileri kapsamadığı vurgulandı. 

Raporda, Türkiye vatandaşı olan Musevilerin hükümetin güvencesi altında bulunduğu ve hiçbir şekilde ayrımcılığa maruz kalmalarının söz konusu bulunmadığı vurgulanarak 'Ayrımcılık hükümetimiz tarafından bir suç şekilde görülmektedir. İsrail’in yanlış politikalarına karşı çıkan Musevilerin de protesto gösterilerine katıldığı zaten adlandırılan bir gerçektir. Savaşa ve işgale karşı çıkan Museviler, İsrail’in devlet teröründen elbette farklıdır ve ülkemizin gösterdiği tepki, İsrail devletinin politikalarınadır' denildi. 

Raporda, 2009 yılında zamanın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik sebebi ile okullara gönderilen bir genelgede İsrail mallarının boykot edilmemesi talimatı verildiğinin gerçek bulunmadığı anlatım edilerek şunlar kaydedildi:

 'Türk halkının sivil bir girişim şekilde başlattığı kampanyayı, sivil zeminde kalındığı, uluslararası sermayeye karşı yobaz ve ideolojik bir kör tutuma dönüşmediği müddetçe bir duyarlılık işareti şekilde görüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda sivil cemiyet kuruluşlarının ve duyarlılık sahibi gönüllülerin başlattığı kampanyaları da bugünlerde dile getirilen kampanyaları da tıpkı zeminde değerlendiriyoruz. Söz konusu genelgede, boykot çağrıları bağlamında, ekonomimize katkı sağlayan firmaların kasıtlı bir biçimde İsrail’le ilişkilendirilmesi, kamuoyu hassasiyetinin istismar edilmesi, haksız rekabet oluşturulması ve okulların buna alet edilmesine karşı uyarıda bulunulmuştur.'

NATO tatbikatlarına veto 

Raporda Türkiye'nin, İsrail’in NATO tatbikatlarına vetosunu tam olarak kaldırdığı ve İsrail’in NATO’nun askeri tatbikat ve faaliyetlerine katıldığı yönündeki iddiaların da asılsız bulunduğu kaydedilerek şu ifadeler kullanıldı:

'NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da istikrara katkıda bulunmak amacıyla 1994 yılında tesis ettiği Akdeniz Diyaloğu isimli ortaklık çerçevesine İsrail 1995 yılında katılmıştır. Bu çerçeveye halihazırda İsrail’le beraber Fas, Cezayir, Mısır, Ürdün, Tunus ve Moritanya da dahildir. İsrail’in NATO’ya aza şekilde alınması ise hiçbir vakit gündeme gelmemiştir. İsrail'in Gazze’ye insani yardım konvoyuna 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda gerçekleştirdiği ve 10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği hücum üzerine, ülkemiz, Akdeniz Diyaloğu kapsamında NATO’nun münhasıran İsrail’le askeri işbirliği yürütmesine veya İsrail’in böyle bir NATO faaliyetine ev sahipliği yapmasına onay vermemektedir.'

Muhabir: Halit Gülşen

Haber Kaynağı: MALATYA GÜNCEL
Malatya Haber
Malatya Haber
Malatya Güncel Haber