Konuya geçmeden önce tarihin süzgeçten geçirdiği bazı konulardan bahsetmek gerekli diye düşünüyorum.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1947’de CHP iktidarı tarafından bir ekonomik plan uygulamaya kondu ve 1950’den sonra DP de aynı planı –ileri taşıyarak– devam ettirdi.
Ağır sanayi yerine tarıma dayalı sanayinin gelişmesi, demiryolları yerine karayollarının gelişmesi ve bir dizi başka hedef gözetildi.
1960’la beraber ekonomide planlama dönemi başladı, ithal ikameci politikalar uygulandı.
İşte tüm bu gelişmelerin sonucunda git gide tekel niteliği taşıyan, İstanbul ağırlıklı bir modern kapitalist sınıf belirdi.
Kuruluşundan sonra uzun süre faklı çıkarların temsilini bünyesinde taşıyan AP, 60’ların sonlarına doğru git gide salt büyük sermayenin çıkarlarının savunucusu oldu(1)
1970 ler de 15-16 Haziran, Türkiye tarihinin en büyük işçi eylemine sahne oldu.
21 Temmuz'da Nixon yönetimi,Demirel hükümetinden haşhaş ekiminin yasaklanmasını istedi,
Demirel'in bu talebi reddetmesiyle ABD-Türkiye ilişkileri iyice gerildi. 10 Ağustos'ta yüzde 66'lık bir devalüasyon yapıldı; dokuz lira olan dolar 16 liraya fırladı.
Türkiye’de siyasi kaos bir türlü durdurulamıyor, kurulan koalisyon hükümetlerinin sen , ben kavgalarıyla ülke gerek siyasal ve toplumsal ,gerekse sanayi açısından ilerleyemiyordu ülkede sanayi üretimi yerini montaj üretimine devretmişti
Bir hükümetin başlattığı projeler diğer hükümetlerce rafa kaldırılıyor yada iş yavaşlatılıyordu.
Örneğin 1947 ler deki politikalarını ilerleyen tarihlerde aynı hükümetler rafa kaldırıyorlar, üst aklın gücünün yönetime egemen olduğunu daha da belirgin bir şekilde ortaya koyuyorlardı .
Hükümetler ileride alışkanlık haline gelecek olan kaynak arayışları yüzünden örneğin Ecevit hükümeti ve bakanlar siyasi konulara eğilemiyor siyasi iktidarsızlık parti içinde de kıpırdanmalara sebep oluyor, ve ne ilginçtir ki günümüzde de aynı politikalarına devam ederek hükümet kurma adına dışarıdan transfer edilen milletvekillerine bakanlıklar veriliyor ve bu da bir çok açıdan iktidarlarının iktidarsızlıklarını bariz biçimde besliyordu.(2)
Sıkıyönetimin ilanından sonra ekonomi dibe vurmuştu peş peşe gelen ambargolar ülkeyi sefalete süreklemişti. İleride karaborsa ekonomisiyle yönetilen ülkemiz , Amerikan bankasından kredi almış bu krediye karşılık o yılın bütün mahsulleri Amerikan bankasına ipotek edilmişti.(2)
Sağlam ,ayakları yere basan bir iktidarın olmayışı siyasi yönetimi de güçsüz kılmaktaydı.
Ülke yönetimleri gerek sağ, gerek sol gerekse muhafazakar parti ve koalisyonlarla büyük atılımlara ve projelere kalkışamıyor ülke dış ve iç işbirlikçilerin düzenledikleri kaoslarla en ufak sallantıda darbelerle onlarca yıl geri gidip sefalete sürükleniyordu.
Dış borç almış başını gidiyor ,halkın iktidarlara oy vererek başa getirdiği iktidar sahipleri mesela %47 le iktidara gelen hükümet ( Demirel hükümeti ) bile sıkıyönetim kanunlarına dokunamıyor bu ise iktidarların başında bir çekiç misali gittikçe sıkıyönetim kanunlarının gücünün arttırılmasına engel olamıyordu , sıcak para piyasaya çıkmadığından .kaynak bulunamıyor, bu da avucunu ovuşturan üst akıl ülkelerin ekmeğine yağ sürüyordu.
Ülkede kahveden tutunda, ekmeğe kadar karaborsa cirit atıyordu. Halbuki bu iktidarlar tarıma yönelmek gerekli derken tarım ürünlerini yabancı bankalara ipotek edecek kadarda bilinçsiz yönetiliyordu.
Halk günlük yaşantısının yarı zamanını kuyruklarda geçiriyordu .
Birazda dış politikadan örnekler verecek olursak İngiltere gibi sömürgeci devletler sömüreceği ülkelere daha kolay yönetebilecekleri siyasi sistemi götürerek o ülkeleri daha güçlü sömürmüş, hoşuna gelmeyen yönetimleri de darbeyle al aşağı etmişti.
Ortadoğu’ya yeni hükümet kurma sistemlerini bir hastalık olarak bulaştıran bu sömürgeci devletler değil miydi?
Ortadoğu’da güçlü iktidarların olmaması iktidarın bir zümrenin – dışa bağımlı –elinde olması darbeleri ardı arkasına getiriyordu .
Güçlü bir ülke güçlü bir yönetimle cesur ve ilerici kararlarla meydana getirilebilir..
Bazı yorumcuların başkanlık sisteminin olmaması gerektiğini savunurken başkanlık sistemiyle yönetilen geri kalmış hala sömürülen devletleri örnek göstermeleri komik bir yaklaşımdır. öyle ki o ülkeler Türkiye gibi köklü , Türkiye gibi gelir kaynakları olan ayakları yere basan stratejik konumunu iyi bilen birer ülke olmadıkları için ayakta duramamaktadırlar
. Bu yorumlar Sudan, Sirinam, Şili, Tanzanya vb . ile Türkiye’yi bir tutacak kadar lakayt yorumlardır.
Başkanın halk tarafından seçilmesi ve güçlü yetkilerle donatılmış bir başkanlık makamı , alınan kararları ivedilikle işleme koyacak bununla birlikte ve en önemlisi de sabit bir görev süresi olan bir başkanlık sistemi her an görevi değişebilecek bir başbakana göre daha istikrarlı bir ortam temin edeceğinden,
Başkanlık sisteminde halk daha öz veriyle iktidara ortak olacak , halkın temsil gücü ve verdiği yetki daha güçlü kararlar olarak halka dönecektir, bu da güçlü bir ülke yönetimini oluşturacaktır.
Bunun için Türkiye’nin gücünü gerçek anlamda kullanabilmesi için Başkanlık sistemi kaçınılmazdır.
Karar milletindir.
Dip not
- http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25206130/
- Vedat DEMİRÖZ-Ben Mesih Mehmet Ali AĞCA sayfa 78