Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
23 Nisan
Hakkı Yiğit

Neden yazı

22 Mayıs 2009 - 16:58 Yorum: 2

Toplum olarak daha çok sözlü kaynaklardan beslenen bir toplumuz, milletiz…

Bunun için de dedikodu kültürümüz iyidir(!)

Çoğu zaman;

“Bir keresinde duymuştum… Birisinde duymuştum… Yanılmıyorsam mahallemizin imamı, lisedeki öğretmenim demişti ki…” diye söze başlarız…

Sazı bir kere elimize aldık mı, evelallah kimseye söz hakkı vermeyiz…

İşin garip tarafı duyduğumuz, dinlediğimiz o sözler ve düşünceleri ölesiye savunuruz…

Tek doğru ve hakikat bizim için artık; ifade ettiğimiz, duyduğumuz, söylediğimiz o sözlerdir…

Bu aşamadan sonra o duyduğumuz bilgiler bizim için fikir olmuştur da artık… Fikir sahibi oluruz da ama yine de kendimizden haberimiz olmaz…

Mihenk taşı kendisi ve kendimiz olan, başka hiçbir pencereden değerlendirilmeyen duyduklarımız bizim için artık inanç olmuştur…

Sonra da dinlerin düşünceyi kısırlaştırdığından, düşüncenin gelişimi önünde en büyük engel doğmalar dayanan dinlerin olduğundan dem tutarız çok kez…

Kendi dillendirdiğimiz, duyup da gönüllü savunucusu olduğumuz dedikodulardan öteye gitmeyen, bilgi kirliliği oluşturan duyumlar bizim için bir din, bir ideoloji olduğunu görmeyiz…

Bizim hayat felsefemizi ne güzel ifade eder Uğur Mumcu:

 “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamız” der.

Ne güzel bir tarif…

Asırlar, zaman geçse de değişmeyecek gibi bu anlayışımız…

Bir yabancı bilmediğimiz bir mekânın adresini sorsa,

“Kusura bakma kardeş, bilmiyorum. Bir bilene sor” demek ar gelir bize olmalı ki “Zannedersem… Galiba… Emin değilim ama…” diye söze başlar adamcağızı yanlış yöne yönlendirmede bir sakınca görmeyiz…”

Ee… Bizde yardımseverlik var ya…

Hem ameller niyetlerine göredir ya…”

Lügatimizde “Hayır” demek yok ya…

Sözlü kaynaklardan beslenişimiz bize bu felsefeyi kazandırmış olsa gerek…

İnsan ne yerse o"dur…

Sözlü kaynaklardan beslenenler zamanla kucağında “nur topu gibi dedikodu” görüverirler zamanla…

Bazen “zinadan daha tehlikeli fitneye kapı açan bir virüstür dedikodu…

Öyleyse ne yapmalı…

Yazılı kaynaklardan beslenmeli…

Söyleyecek bir sözü olan mutlaka konuşmalı…

Ama karnında konuşmamalı…

Kişinin arkasından da konuşmamalı…

“Rivayetlerden, fısıltılardan” derlediği “bir fasıl” sunmamalı kimseye…

Efendiler Efendisi Hz. Muhammed (sav)"e ilk gelen “oku” emrine binaen, kitabi konuşmak gerek…

Rabbimizin üzerine yemin ettiği “kalem” ile…

Yazı ile konuşmak gerek…

Efendimizin sağ elinizi kullanınız emrine binaen dile bedel “kalem” konuşmalı…

Herkesin mutlaka ifade etmek istediği bir şeyler vardır elbet…

İfade etmek istediği şeyleri bir deneme, bir makale, bir şiir, bir öykü… herkes kendine uygun bir dil ile ifade etmeli…

Değil mi insanız…

Değil mi toplum içindeyiz…

Değil mi kendimize, ailemize, çevremize, toplumumuza karşı görevlerimiz var…

Söyleyeceklerimiz var…

Neden söylemeyelim ki…

Söylemeli…

Ama mutlaka kalem kullanmalı…

Yazmak, kimiler için bir sırdaş, kimileri için hayalen sohbet edilen bir arkadaş, kimileri için empati, kimileri için bir vaiz, kimileri için bir mesuliyet, bir görevdir…

Bana gelince…

Karanlık bir gecede yol alan bir seyyahın gayri ihtiyari mırıldadığı bir türkü, çaldığı bir ıslık olarak görebilirsiniz…

Sayın Değerli Ağabeyim Murat ÇELİK Bey müsaade ettiği müddetçe ve siz değerli okurlarım da tahammül ettiği müddetçe yol türkülerini söylemeye devam edeceğiz inşallah…

Siz değerli okurlarım tenkit ve eleştirilerinizle türkülerimize iştirak eder, sese ses katarsanız muhabbet, dostluk, arkadaşlık da işte o zaman hâsıl olur…

YAZARIN DİĞER YAZILARI