Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

Rahmetli Özal’ın Mevlidinde ...

21 Nisan 2010 - 12:41 Yorum: 6

RAHMETLİ ÖZAL"IN MEVLİDİNDE NERDE HATA YAPILDI?

Türkiye"nin 8. Cumhurbaşkanı Rahmetli Turgut Özal"ın vefatının 17. yıldönümü nedeniyle Malatya"da mevlit okundu… 

Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği tarafından gerçekleştirilen mevlit daha önceleri Ankara ve İstanbul"da yapılmıştı.

Bu yıl Özal"ın doğduğu memlekette yapmaya karar vermişler…

Yerinde ve güzel bir karardı, kendilerine teşekkür ediyoruz…

18 Nisan 2010 tarihinden Malatya"da Rahmetli Özal için Mevlit okunacağını öğrendiğimden heyecanlanmıştım…

Her ne kadar O Türkiye"nin Cumhurbaşkanı ve ülkemizin ufkunu açan bir lider olsa da bizim içim her şeyden önce O, “bir Malatyalı idi, hemşerimizdi…”

Gurbette, “sen nerelisin ğardaş?” sorularına muhatap olduğumuzda göğsümüzü gere gere “Malatyalıyım, Özal"ın memleketindenim” diyebiliyorduk…

Böyle demek bizim için bir şeref, gurur, güven, ayrıcalıktı…

Kendisiyle iftihar duyuyorduk…

Kendisiyle alnımız ak yüzümüz kara değil di…

Hemşerimiz olmasından dolayı utanmıyorduk…

Çünkü O bizi utandıracak bir iş yapmadı…

“Allah"ınıza gurban” derken,

“Allah"ın verdiği canı Allahtan başka kimse alamaz” derken ne kadar da candan, samimi söylüyordu…

O bizim için “inançlı, sivil, demokrat, insancıl ton ton cumhurbaşkanımızdı…”

O dönemlerin katı, sert, resmi duruşundan, psikolojisinden, ruh haletinden O, fersah fersah uzaktı…

Bizden biri idi…

Bizden bir olduğundan dolayı da gösterilmesi gereken ilgiyi, saygıyı, takdiri sağlığında hakkıyla göster(e)medik, kıymetini bilemedik, istifade edemedik…

“Ev buzağından dana olmazmış ya…”

Ancak bana göre zamanında anlaşılamaması biraz da “büyüklüğünün bedeliydi…”

Çünkü genellikle hiçbir büyük zamanında tam olarak anlaşılmaz…

Çünkü onlar o güne değil, yarına göre konuşurlar, iş yaparlar, ufuk gösterirler, hareket ederler…

Kendi burnunun dibindeki çukuru görmeyen, yarını göremeyen, zamanını iyi okuyamayan, içinde yetiştiği toplumu tanımayan, içinde bulunduğu ana ve zamana takılıp kalanların, güne birlik dedikodu ve kendince hizmet üretenlerin, yarını okuyanları anlaması ne mümkün(?)…

Onun içindir ki böyle büyükler için en büyük engel yine etrafındakiler olurlar…

Onlar ayak uyduramadıklarından şikâyete başlarlar…

Onlar lidere ayak uydurma yerine, onların kendilerine ayak uydurmalarını isterler…

Türkiye"de yıllar yılı öyle olmadı mı? Olmuyor mu?

Maalesef devlet, bürokrasi, bir takım sözde memleketi idare etmekle kendini yegâne görevli gören zevât hep milletin kendisine uymasını istediler, direndiler, halen de istiyorlar…

Hâlbuki millete bırakılmış olsa, milletin önündeki engeller kaldırılmış olsa, Millet ne yapacağını çok iyi biliyor…

Tanzimat"tan bu yana hep böyle olmuştur aslında…

Delil mi?

Kurtuluş Savaşını başlatan ve zaferle sonuçlandıran bu millet değil mi?

Resmi bürokrasi, idare mi?

“Kuvva-i Milliye” nerden çıktı…

Mustafa Kemal Atatürk sırtını aydınlara, paşalara, idarecilere mi dayadı; yoksa halka mı? Millete mi?

Özal"ı Özal yaban da bence bu vasfıdır…

O da Atatürk gibi millete dayandı…

Milletle ters düşmedi…

Millete rağmen hareket etmedi…

Ve Millete yol, akıl göstermekten ziyade O, milletin önündeki engelleri kaldırdı…

Engeller kaldırılınca da milletinin, halkının güzel şeyler yapacağına inanıyordu…

Böyle olacağını da “kendinden” biliyordu…

Kendine güveniyordu…

Özal “bizden adam olmaz” şeklinde “öğret(n)ilmiş çaresizlikleri” yıkarak “21. Yüzyıl bizim yüzyılımız olacaktır” diyerek milletine hedef tayin etti…

Özal"ın bu hedefi en az Türk milletinin makûs talihini kırdığı Büyük Taarruzdaki Atatürk"ün “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz"dir. İleri!” emri kadar önemli ve yerindedir…

Ve bu gün dünyada itibari, yıldız yükselen bir ülke ise Türkiye, Rahmetli Turgut Özal"ın bu göstermiş olduğu hedef ve milletine vermiş olduğu güvendendir, cesarettendir…

O milletine karşı yapması geren görevini yaptı, şartların elverdiği ölçüde…

Peki, biz O"na karşı görevimizi yapabildik mi?

Bir Malatyalı olarak ve 18 Nisan 2010"daki mevlitten yola koyurarak gönül rahatlığıyla “Evet yaptık, yapıyoruz” diyemiyorum…

Neden?…

18 Mart 2010 tarihinde Özal için Mevlit okunacağını duyduğumdan heyecanlandığımı ifade etmiştim…

“Malatya bu kalabalığı kaldırabilir mi acaba” diye tereddütlerim, endişelerim vardı…

“Efendim abartılacak o kadar şey yok… Olsa olsa 5 bin, bilemedim 10 bin kişi katılır” diyenlere…

“Yanılıyorsunuz bu anılan Özal… Bir başkası değil... En az 35–40 bin kişi katılır” dedim…

Ve bunu derken de bu rakamı kendimce yeterli de görmüyordum…

“Olmaz bu kadar…” diyenlere,

“18 Nisanı bekleyelim en iyisi” dedim…

Ve o sabah erkenden, bayram sabahı şeker toplamaya çıkan çocuklar gibi sevinçle çıktım dışarıya…

Sokaklarda ciddi bir hareket yok…

Öğlen saatlerine doğru ise yanıldığımı gördüm…

Üzüldüm tabi…

“Yanıldığıma” değil “vefasızlığımıza” üzüldüm…

Özal döneminde nimetten istifade edenlerden eser yoktu…

Mesela o dönemde zengin olan işadamlarımız, bürokratlarımız yoktu…

Mesela gönül isterdi ki bu mevlit ATV" de canlı verirsin…

Sabah Gazetesi yazarlarıyla, muhabirleriyle burada olsun…

Böyle olmamalıydı…

Kimi katılımcıların ise bir geziye, pikniğe katılırcasına hareketleri ise insanı çileden çıkarıyordu…

Biraz gazetecilik dürtüsüyle kalabalığı gözlemledim, kolladım…

“Ağlayan bir göz aradım…” görüntülemek için…

Ama heyhat! Ben şahit olamadım…

Ellerde telefon, yüzler şen-şaklat, konuşmalar, kahkahalar…

Kardeşim bu mevlit, düğün değil ki…

Ve turistlik bir gezi değil ki çarşı Pazar arşınlansın…

Yaşar Alptekin hidayete eriş öyküsünü aktarırken Merhum Sakıp Sabancı"nın cenazesinde konuşan, gülen, iki de bir saatine bakanların varlığı karşısında bir kenarda bir ağacın dibinde sessiz sedasız gözyaşları ile dua eden, Kur"an okuyan bir hanımefendinin gözüne ilişmesiyle beyninde kurşun yemişe döndüğünü aktarır. Bu olayın hidayete ermesine vesile olduğunu söyler…

Bu ayrı bir konu…

Bu faslı geçelim…

Şimdi kimileri “Efendim! Biz Malatyalılar görevimizi, üzerimize düşeni yaptık… Ancak dışarıdan katılım azdı…” felan feşmekân diyebilirler…

“Hayır! Biz Malatyalıların katılımı azdı…” Acı da olsa bunu kabul etmek lazım…

Haydi diyelim mevlit"e dışarıdan katılım az oldu…

 Peki, aynı akşam, beş eski bakanın katıldığı “Turgut Özal ve Demokrasi” panelinde de mi şehir dışında katılımın azlığı söz konusu idi…

376 kişilik Sabancı Kültür Merkezinin yarısı boş idi...

Buna ne deriz…

Bu Özal"a yakışmadı…

Bu panele katılanların zaten çoğu Malatyalı bile değildi…

Organize güzel idi…

Tebrik etmek lazım…

Ama katılım cihetiyle ise de icaçıcı olmadığını kabul etmek lazım…

 Her iki programın kritiğini yaptığım birçok kişiyle de hem fikir olduğumuzu gördüm…

Bir yerde bir yanlışlık yapıldı…

Ama nerde?

Bunu düşünmek lazım bence…

“Efendim bardağın hiç mi dolu tarafı yok…”

“Var elbet…”

“Ama zaten bizler bardağı doldurmakla mükellefiz…

Dolu tarafına bakıp da iftihar etmeye, gururlanmaya ne hakkımız var ki…

Bizler boş tarafına bakıp da neden bardağı boş bıraktığımızın hesabını, muhasebesini yapmakla mükellefiz…”

“Efendim! Ölen kimi büyük, önemli mevki makamı işgal eden kimi devlet adamlarının, liderlerin arkasında namaz kılacak bir kaç kişi dahi bulunamazken bunca yıl aradan sonra bu kadar kalabalığın rahmetlinin mevlidinden bir araya gelmesini az görmeyelim…” diyenlere “siz de haklısınız” demekten başka ne diyebilirim ki…

Evet, bardağın boş tarafına işaret ederken de kimi basında çıktığı gibi 3 bin kişi de değil di yani…

Vur dediysek de öldürmeyelim…

50 bin değilse de 3 bin kişi de değildi…

Objektif olmak lazım…

Objektif yaklaşmazsak meseleye problemi de güzelliği de göremeyiz çünkü…

Her şeye rağmen bu mevlidi Malatya"da tertipleyen heyete teşekkür etmek lazım…

Teşekkür ediyorum…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI