Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Yöneticilik Zor Ve Fedakârlık İstermiş Meğer(!)

20 Aralık 2009 - 15:14 Yorum: 15

Yöneticilik Zor Ve Fedakârlık İstermiş Meğer(!)

Prof. Dr. Cem Zorlu Bey…

İlahiyat Fakültesinin Eski Dekanı

Eski dekanı diyorum çünkü Cuma günü itibariyle istifa etti ve istifası da “başım gözüm üstüne denilip jet hızıyla” kabul edildi.

Böylece üniversitemizde işlerin nasıl da hızlı ve “tıkır tıkır” işlemiş olduğunu görmüş olduk…

Tabiî ki vatandaş olarak tebrik etmek lazım…

Bizde tebrik ediyoruz verilen bu seri hizmetlerden dolayı…

Bazıları “Efendim neden peki diğer işler bu kadar hızlı işlemiyor” diye mırıldanıp dursalar da onları art niyetleriyle(!) baş başa bırakarak biz konumuza gelelim.  

*                                 *                                 *                     

Sayın Zorlu Beyle ilgi ve alakam UFUK TV"de yaptığım programlar için ziyaret etmem ve benim de bir ilahiyatçı olmamdan öteye geçmiyor.

Bir akrabalığım, talebeliğim, ticari ilişkim yani duygusal bağım yok…

En son söyleyeceği hemen peşinen söyleyeyim.

Sayın Zorlu Bey sadece Üniversitemiz, İlahiyat Fakültesi için değil; Malatya için bir kayıp…

Bu kaybın boyutunu görmek için birkaç yıl öncesine gitmek gerekir…

Öğrencisi olmayan bir fakültenin başındaki Dekan Beyi hiç toplumun arasında gören var mıydı?

İsmini bilen var mıydı?

Bakınız nerden nereye geldiğimize dair bir anekdot aktarayım.

Bakınız o yıllarda bir basın mensubu arkadaş, İlahiyat fakültesinin dekanını arıyor.

"Efendim bahar şenliklerinde üniversite kampüsünde içkinin tüketilmesini nasıl karşılıyorsunuz, bir ilahiyat fakültesinin dekanı olarak?"

"-Efendim bizim üniversitede böyle bir şey hiç olmadı" diye cevap alır.

Muhabir arkadaş "Yapmayın hocam, kamyonlarla içki tüketildi. Görüntüler elimizde var" dese de bizim hazret:

"Biz görmedik duymadık" der.

Hadi görmediğinizi varsayalım, böyle bir şeyin olmadığını varsayalım. Sizce eğitim yuvası olan bir yerde bahar şenlikleri adı altında içki tüketilmesine ne dersiniz?

"Efendim burası laik bir ülke, isteyen istediği gibi davranır, kimse engelleyemez…"

"Hocam bunun hiç mi dini boyutu yok…"

"Biz fetva makamı değiliz" diyor. Söz uzuyor…

Ve arkadaş,"Başımızda böyle ilahiyat hocaları olduğu için üzerimize taş yağmadığına şükredelim" diyerek yerine oturur.

Üzerimize bu güne kadar çok şükür taş yağmadı ama İlahiyat Fakültesinin "Malatya"daki Zirve Vahşeti" ile birlikte yad edilmesi taş yağmasından beter oldu.

Malatya "katliamın yaşandığı", "çocukların dövüldüğü", öğrencisi olmayan ilahiyat fakültesinin bazı hocalarının boş durmamasıyla hafızalarda yer aldı.

İmaj, vizyon yerle bir oldu…

"Hemşerim nerelisin?" sorularına artık fahırlanarak göğsümüzü gere gere "Malatyalıyım" diyemez olduk.

İnsanın zoruna da gitse zamanın kudretli idarecisinin “Bu mu dava adamı kardeşim. İşte bir lojman kapmak için dava mava kalmıyor. Bakınız din-müslümanlık deyip de menfaat söz konusu olduğundan her şeyi bir kenara bırakanlardan dava adamı mı olur” sözleri maalesef bir gerçeği gözler önüne seriyordu.

“Omurgasız bir duruş…”

 

            *                                 *                                 *

 

Köprünün altında çok sular geçti…

Bir gün camide heyecanlı, coşkulu bir hatip…

Aşina olmadığımız bir ses, bir üslup…

Bu cuma günü vaaz eden de kimdi?

İlahiyat fakültesinin yeni dekanı olduğunu öğreniyoruz…

Daha sonra Malatya kamuoyunu kendilerini bazen vakit namazlarında camide cemaate namaz kıldırırken,

İlahiyat Fakültesini yaşatma, ihya etmek için dernek kurarken,

Kutlu Doğum Haftasında neler yapılabilir acaba diye İmam Hatip Okulunda gerçekleşen istişare toplantısında,

Malatya İl Müftülüğünün programlarında,

Hacı Bektaşi Veli Kültür Merkezinde gerçekleşen programlarda,

İlahiyata yakışır bir binanın yapılması için bir arayışa girerken,

Akıcı, kendini dinlettiren bir üslup ile konferanslar verirken,

Fakültesinin yerle bir olan imajını düzeltmek için projeler üzerine projeler üretirken görür…

Kısa bir sürede Malatya kamuoyunu tarafından tanınan bir sima oluverir.

Malatyalılar dekanını benimsemişti.

Öğrencileri dekanlarının gayretlerinin farkında idi.

Kendilerini Ramazan ayında UFUK TV de yapacağımız programlar için ziyaret edip, kendilerinin ve hocalarının yardımlarını talep etmiştik…

“Hay hay… Üniversitemizin halka bütünleşmesi adına ve halkımızın dini konularda hocalarımız tarafından doğru bilgilendirilmeleri çok önemlidir. Sizler bu imkânı sağladıktan sonra niye desteğimiz olmasın. Bizler kimin programa katılmasını belirlememiz şık olmaz. Sizler birinci elden görüşün hocalarımızla. Kimin katılacağını kendi aranızda belirleyin biz gerekli kolaylığı tanırız” demişti.

Peki, sizler de katılsanız dediğim de;

“Elbette bizler de katılırız ancak, işin ehli hocalarımız var. Bize sıra bile gelmez. Siz o hocalarımızı değerlendirmeye bakınız.”der.

Karşımda “Kapristi olmayan”, “arkadaşlarını nazara veren”, “benden başka hoca yok” felsefesinden uzak, “tevazu erbabı” ve bunun yanı sıra da “son derece kendine güvenen” medeni bir hoca duruyordu.

İşin doğrusu “hocanın “zarafeti”, “nezaketi”, “inceliği” ve “beşeri ilişkilerindeki rahatlık” “işte kardeşim batı görmenin, yurtdışında bulunmanın kişiye kazandırdıkları” dedirtti bana. 

İlahiyat fakültesi uzun zaman öğrenci almadı. Bazı sıkıntılar yaşandı. Sizinle inşallah hareketlenir” sözlerime:

“İlahiyat fakültemizi Türkiye"nin en sayılı üniversitelerinden biri yapacağız inşallah. Ben Almanya"dan getirildim. Buraya gelmem kendi isteğimden ziyade buradaki idarenin teveccühü. Biz buraya hizmet için geldik. Buraya gelirken de zihnimde bazı projelerim var. Şayet bu projelerimizi yaparsak ne ala… Yapamazsak çekip gideriz.”

Ne tür projeler dediğim de ise:

“Mesela bunlardan bir tanesi Suriye, Mısır gibi bir ülkedeki üniversite ile ortak protokol gerçekleştirip hazırlık sınıfında okuyan öğrencilerimizi burada okumasını sağlayarak yabancı dil problemlerini kısa zamanda hallettirmek”

(Ki bu proje gerçekleşmiş durumdadır bu gün. Böylece sadece söylemekle kalmayıp aksiyon sahibi olduğunu göstermiş oldu)

Ve söz bina meselesine geliyor…

“Bize yakışır bir bina ne edip yapıp halledeceğiz. Bunun için de fakülteye ait dernek kurma girişimlerimiz var” demişti.

O gün yanlarında ümitli ayrılmış, şehir ile üniversite arasındaki kopukluğu giderecek en önemli fakültelerden biri İlahiyat fakültesi olacağına inandığımdan dolayı da “işte Malatya"nın arayıp da bulamayacağı bir dekan” diye sevinmiştim.

Bu gün bu dekanımızın “proje üretemeyip hizmet veremediğinden değil”, bazılarınca “bu da çok oluyor yahu denilip hazmedilemediğinden” gönderiliyor olması kendisi adına bir “gurur kaynağı” olsa da Malatya"mız adına “bir kayıptır” maalesef…

“Başarısız” olduğu için değil, “fincancı katırlarını ürküttüğü” için gönderiliyor…

           

*                                 *                                 *

“İlahiyat Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Cem Zorlu arkadaşımız kendi isteği ile istifa etmiştir. Saygı ile karşılıyoruz, Yöneticilik zor ve fedakârlık isteyen bir görevdir. Arkadaşımızın isteğini bu doğrultuda değerlendirerek kabul ettik.” açıklamaları bana rahmetti Necip Fazıl"dan bir anektod hatırlattı.

Kendilerine “artık elimizde malzeme kalmadı. Yarından sonra gazete basacak kağıdımız yok, gazete çıkaramayacağız üstad” dediklerinde O:

“Hayır, biz değil onlar çıkartmayacaklar gazeteyi” der ve o gün okkalı bir yazı yazar...

Ertesi gün gazetenin kapısana mühür basılır ve Necip Fazıl da soluğu mahkemede, hapishane de alınca:

“Elhamdülillah biz kapatmadık, kapattırıldık” der ve gönül rahatlığıyla hapishanenin yolunu tutar.

“Yöneticilik zor ve fedakârlık isteyen bir görevdir. Arkadaşımızın isteğini bu doğrultuda değerlendirerek kabul ettik” açıklaması tam da böyle bir “ruh haleti”, “günah çıkarma” gibi geldi bana ne hikmetse...

“Elhamdülillah biz görevden almadık, kendisi isteğiyle istifa etti”

Yahu peki bu sonuçun bir de süreci yok mu?

Sayın Zorlu Bey"in istifa nedeni “zora ve fedakârlığa gelemeyen biri olması” imiş…

Bu ne zor ve fedakârlık isteyen bir görevmiş ki Almanya"dan projelerle çıkıp geleceksin...

Kısa sürede Malatya kamuoyuna rüştünü ispat edeceksin...

Sevileceksiniz, tanınacaksınız...

Hedeflerinizi gerçekleştirme yolunda adım adım ilerleyeceksiniz...

Ama tam da bu esnada “mızıkçılık edip, yahu bu iş altından kalkamayacağım bir iş” deyip istifa edeceksin...

Ve al-i cenâp büyükler tarafından da “daha çok ezilmemek ve yıpranmamak” adına hemen istifan işleme konulacak...

Ey Okur! İstifanın “zor ve fedakârlık isteyen bir görev olmadığına dair” kuşkularınız mı var...

İşin içinde iş olduğuna dair bir zannınız mı var?

Yapmayın be...

Bakınız Turgut Özal Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinin 3 tane Başhekim yardımcısı ne diye şimdiye kadar istifa etmiş olsun ki...

Hem ne diye eski yönetim tarafından Prof. uınvanı verilmeyen ve hali hazırdaki Sayın rektörümüzün isminin ortaya atılmasına ön ayak olan ve rektör olması için de canla başla gayret eden Prof. Dr. Mustafa Şenol yanında uzaklaşsın, danışmanlığından istifa etsin ki.

Ne diye Rektör Yardımcılığından Prof. Dr. Turgay Seçkin istifa etmiş olsun ki...

Yahu beyhude uğraşmısız, “eski tas eski hamam”deyip hocalar neden arayışa koyulsun ki...

Bütün bunlar görevin zor ve fedakârlığına birer delil değil de nedir sizce?

Bütün bunlar yöneticiliğin zor ve fedakrlık isteyen bir iş olduğunu göstermeye yetmiyor mu(?)

Tabi ki accık da “boynuzun kulağı geçme” psikolojisi, “Milli Şef” olma dürtüsü yok değil tabi…

Amma velâkin bu kadarcık kusur kadı kızında da olur ey okur!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI