Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
23 Nisan
Ramazan Durmuş

Açtılar kutuyu, söylettiler deliyi!

14 Ocak 2013 - 11:00 Yorum: 1

Köşe yazarlığı... Gazetecilik...

Mektepli... Alaylı...

Çok satan gazete... Az satan gazete...

Merkez... Taşra...

İstanbul... Anadolu...

Konumuz da işimiz de gazetecilik...

Ve, Paris’teki esrarengiz kurşunlar...

Türkiye’de gündem patlaması... Senaryolar peşpeşe...

Yazılı ve görsel medyamız, okunurluluk ve izlenirlik telaşı içinde kötü sınav veriyor. Ama ne yazık ki önüne gelen de konuşuyor.

Bir zamanlar adı açıklanmayan kaynak yerini komplo teorisyenlerine bıraktı!

Oysa basının bir görevi de memleket gerçekleri karşısında gerekli özeni göstermek olsa gerek!

Basınımızın sorunları konusunda çok şey tartışılır yıllardır...

Çok şey konuşulur da bir arpa boyu yol alınmaz!

Memleketim Malatya’mızda basının sorunları konusunda Malatya Belediyesi’nin düzenlediği bir toplantıyla ilgili olarak Murat Çelik Bey Kardeşimin isyanını okuyunca birkaç lakırdı da biz edelim istedim; geçtim bilgisayarımın başına...

Hemen baştan söyleyeyim; basında branşlaşma ile birlikte tekelleşme de hortladı!

Önce sıfırdan yetişen alaylı gazeteciler vardı... Sonra iletişim fakültelerinden yetişen okullular dönemi başladı...

1972’den 2013’e 41 yıl geride kaldı meslekte... Yeni okula başlayan her gazetecilik sevdalısı kardeşime aman yerel ya da büyük, bir medyada pişmesini önermişimdir her zaman... Bu nasihatimi tutup bugün bana dua edenlerin varlığını bilmekle bahtiyarım...

Bizim çıraklığımız döneminde gazeteciliğin alfabesinden başlayarak her şeyi öğrenmek mecburiyeti vardı... Hiç unutmam, musahhihlik yani düzeltmenlik yaptığım ilk yıllarımda yazı işleri müdürüm Haluk Egemen Ağabey, matbaaya sayfanın başında mürettiple çalışırken ‘2 punto getir, başlık oynuyor!’ dediğinde şaşkına dönmüştüm. Puntoyu anlamaya başlamıştım ama ikisini, üçünü henüz çözememiştim! Avucumun içine aldım her türlü puntoyu uzattım! Gülmüştü...  

Gazetecilik hayatımda mutfaktan sokağa uzanan uzun soluklu bir maratonda koşturup durdum... Bana bu mesleği öğretenlere şükran borçluyum.

Bu yola baş koyarken Hakkı İhsan Sayın, Haluk Egemen, Erdal Kelecioğlu, Aysun Nebrekli, Zeki Ceyhan, Mehmet Durlu, Nuri Aslan, Orhan Başkurt, Yılmaz Bozkurt, Bekir Emir ve elbetteki ilk patronum İlhami Ömeroğlu’nu unutmam mümkün değil... Öylesine bir kadro ki herkes birbirine yüreğini açmış, gönül sofraları zengin mi zengin... O ekonomi gazetesinde çalışan herkes bir gün en büyük gazetelerde söz sahibi oldu, bendeniz dahil...

Mahalli gazeteler birer mektepti... Devletten aldıkları resmi ilan paraları ile önemli bir görev yapıyorlardı bu gazeteler... Gazeteci yetiştiriyor, gazeteci doyuruyor; kendileri de iaşelerini sağlıyorlardı...

Kendimizden örnek verdim ama diğer mahalli gazetelerde yetişen meslektaşlarımız da önemli yerlerde yer aldı. Hatta İstanbul medyasının taşra gözüyle baktığı Ankara’dan yetişen birçok meslektaşımız İstanbul’da önemli gazetelerde söz sahibi de oldular... Bu isimleri mahalli gazetelerden tanırım...

Sonra branşlaşma dönemi... Gökten zembille iner gibi eski futbolcuların spor yazarı olduğu dönemler... Tiraj kaygısıyla jübilesini yapan futbolcuları spor sayfalarına transfer eden patronlar...

Ama biliyor musunuz, bu süslü transferlerin yazılarına çoğu kez biz yazı işleri yani mutfağın kahramanları imza atmışızdır!

Sonra spor yazarlığı, parlamento muhabirliği, adliye ve polis muhabirliği, başbakanlık muhabirliği, cumhurbaşkanlığı muhabirliği, ekonomi muhabirliği, belediye haberleri muhabirliği... Yani dernekleşme dönemi... Ardından krizler peşpeşe... Çok satan gazetelerde taşeronlaşmanın azgınlaştığı yıllar...

Mahalli gazetelerin patronlarının para gözlü olduğu sürece yani kurşunlu dönemden teknolojik olarak bilgisayarlı döneme geçişle birlikte alaylı gazetecilerin azaldığı döneme geçildi... İletişim fakülteleri mezunlarının giderek hakim olduğu döneme geçiliyor derken patronların teknolojik yeniliği istismar ederek birkaç kişi ile çıkardığı gazetecilik dönemi başladı... Birkaç hamal, geride aile boyu kadro listesi... Eş, dost ve basın kartlı sevdalısı basından geçinenler dönemi...

Birkaç kişi ile çıkan gazetecilik dönemindeyiz şimdilerde...

Evet; eş, dost ve basın kartlı sevdalısı basından geçinenler dönemindeyiz alabildiğine...

Geçmişe döndüğümüzde İstanbul merkezli çok satan gazetelerden Günaydın’ın dolayısıyla Haldun Simavi Bey’in yerel basının farkındalığı dikkat çekicidir. Birçok kentte biri hariç hala yayın hayatlarını sürdüren gazetelere önemli destek verdiğini bilenlerdenim...

Ama yerel gazeteciliğin arması daha doğrusu yıldızı elbetteki Yeni Asır’dır... Yıllardır Egeli’lerin gözdesi olan bu gazetemiz de mahalli gazeteciliğimizin dama taşıdır. Bir dönem Ankara’da yayınlanan Ulus’u da unutmamak gerekir.

Detaylandırırsak bu yazı serisi haftalarda sürer... Hani bir söz var; açtırma kutuyu söyletme deliyi... Öylesine doluyum ki...

Kurşunlu dönemden bugüne medyamızda teknoloji çok hızlı gelişti... Çoğu branş yok oldu gitti... Her şey bilgisayarın kutusunda...

Böyle bir dönemdeyiz ama mahalli gazetelerde sıkıntılarımız var... Basın İlan Kurumu’nun denetiminde sadece bugün değil, basın dünyasının içine girdiğim günden beri sıkıntı var. Ne yazık ki denetim değil komedi yaşanıyor!

Basında insan gücündeki değişim de elbette önemli... Dedik ya futbolcudan devşirme spor yazarlığı modasının ardından yeni modalar ortaya çıktı... Kamuoyunda tanınan isimlere yazdırılan yazılar elbette önemli ama gazetecilik de ayrı bir zanaat!

Şimdilerde kurumlarımız Türk basınının yaşadığı sıkıntıları ele alan toplantılar gerçekleştiriyor. Gerçekten iyi uygulama ama sonuç alınamayan laf kalabalığı içinde asıl sorun kaynayıp gidiyor.

Mesela Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın yıllar önce yerel medya mensupları için düzenlediği bir toplantı çok satan gazetelerimizden birkaç kişinin etrafında döndü. Yani sonuç sıfır elde sıfır... Çünkü yerelden gelmeyen meslektaşlarımızın yaşadıklarımızı anlaması oldukça zordu... Öyle de oldu sorunlar kaynadı işler kayıkçı kavgasına dönüştü... Anlattığım yerel basının sorunlarıyla ilgili şikayetleri, Ali Babacan Bey dikkatle dinledi ama unutulup gitti... O anlatılanları ben değil de şöhretli(!) bir zat yapsaydı öyle olur muydu diye şimdi kendimi sorguluyorum o gün bugündür!

Tüm bunları dile getirmeme sebep olan konu da memleketim Malatya’da 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle düzenlenen güzel bir etkinlikte gelen yazar konukların beklentileri karşılayamaması...

Murat Çelik Kardeşim, haklı olarak basının kangren sorunlarının konuşulacağını beklerken konukların köşe yazarlığının dertlerini aktarmasının hayal kırıklığını yaşadığını söylüyor...

Haklı da...

Ama gerçek şu ki, davetli olan hemşehrilerimiz, köşe yazarları Vahap Munyar Bey ve Ahmet Kekeç Bey uzun uzun anlatmaya çalıştığım dönemlerin farkında değiller... İkisi de kamuoyunun gündeminde isimler elbette... Ama gelin görün ki Türkiye’de köşe yazarı olmak gazeteciliğin dertlerini bilmeye yetmiyor.

Konuklardan biri, gazetecinin kimliği olan basın kartını almaya bile istekli olmayan bir isim... Evet, Anadolu basınının sorunlarını bilmek, yerel gazetecilerin derdini bilmek zor zanaaat... Anadolu basınının sorunlarını ancak yaşayanlar bilir ve ancak onlar dillendirebilir... Bu nedenle gerçekten sorunları kangrenleşen basınımızın derdini dillendirecek isimler gerekir...

Yoksa sof gazetecilikten, basın kartına gerek görmeyen şahsiyetlerden basının sorunlarını dinlemek mümkün olmaz...

Toparlayalım; Anadolu basınının ayağa kalkması ulusal gazetelere kaliteli eleman takviyesi demektir... Bunun için de Anadolu basınının devlet tarafından desteklenmesi gerekir... Bu destek de bir zamanlar ulusal gazetelere Anadolu’da açtıkları matbaalar için verilen sonsuz teşvik kredisi desteğinin bu işin erbabına da çok görülmemesidir. Ama öncelikle bu işlerin tulumunu giyip matbaanın içinde ter dökenlere ulaşması şart... Yoksa geçmişte olduğu gibi alır teşviki sözde kurar matbaayı birkaç ay sonra da yer ile yeksan olur...

Cyril Connolly’nin bu mesleği yapanlar için önemsediğim bir sözü ile yazımıza nokta koyalım:

“-Edebiyat ikinci defa okunacak; gazetecilik ise bir defada anlaşılacak şeyi yazma sanatıdır!”

İyi haftalar Türkiyem... İyi haftalar Malatyam...

YAZARIN DİĞER YAZILARI