Seyran Park
Refah Partisi
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Sami Er
Hakkı Yiğit

Güle güle Ey Kutlu Misafir!

18 Ağustos 2012 - 13:17 Yorum: 0

Bir kez daha âlicenaplık gösterip lütfedip fakirhanemize, semtimize uğradın, şeref verdin.

Oysaki biz hiçbir zaman seni şanına uygun bir şekilde karşılayıp uğurlayamadık.

Yine de sen darılmadan, kırılmadan, alınmadan şanına ve büyüklüğüne yarışır bir eda ile biz edeb-adab bilmezlerin, kâdir-kıymet bilmezlerin dünyalarına şeref verdin…

Gelişin daha dün gibi…

Kavurucu yaz sıcaklarının başladığı günlerdi…

İnsanlar ümit, neşe ve biraz da tereddütlü bir şekilde “Hızırdan el almış kutlu misafir acaba bu gece uğrar mı...” diye birbirlerine seni sorup duruyorlardı.

Seni gecemizi aydınlatan kandilden, aydan, takvim yapraklarından soruyorlardı…

Efendiler Efendisinin yolunu bekleyen Medineli çocuklar gibi heyecanla seni gözlüyorlardı…

Semada belirlenen emareler, takvim yapraklarının gelişini haber vermesi ile tıpkı Medineli çocuklar gibi dillerde gönülleri coşturan nağmeler, salâvatlar, salalar vird-i zeban olmaya başladı…

Kavurucu sıcaklıklara, maişet derdine rağmen, hasat mevsimi olma cihetiyle bağ bahçe işlerinin yoğunluğuna rağmen yine de firakınla yanıp tutuşan gönüller vuslat aşk ve heyecanıyla senin gelişine çok sevinmişlerdi.

Kadın-erkek, çocuk-genç-ihtiyar tüm insanları; mâbed, çarşı, sokak, mahalle, hepsini aldı bir çoşku, heyecan…

Görülmeye değerdi…

Ama yine de bu coşku kâdir kıymetini takdir etmeye yeter miydi ki?

Bizlere getirdiğin müjde ve hediyelerin, bağrından taşıyıp getirdiğin Kadir Gecesinin kâdrini, karşılığını hangi coşku, hazırlık karşılayabilir ki…

Senin iklimine sığınan her fert müminleşiyor; uğradığın her yere cennetten esintiler ve kokular veriyorsun…

Henüz sana doymadık ki, camilerin minarelerindeki mahyalarda, şehrin muhtelif yerlerindeki afişlerde, “Elveda Ya Şehr-ü Ramazan” yazıları, müezzinlerin teravih namazlarındaki “elveda ya şehr-ü Ramazan” nidaları gönüllerde bir burukluk, hüzün meydana getirdi…

Sen bize kişiyi ulvileştirip gök ehlini gıpta edecek hale, makama çıkaracak hediyeler ve müjdelerle gelmiştin.

Bizde kendimizce seni hediyelerle uğurlamak istedik.

Ama gedalar sultanlara ne hediye edebilirler ki?

“Bizim”, “benim” diye hediye edebilecek neyimiz var ki?

Her şey Seni bize gönderen Sultan’ımızın mülkü değil mi ki zaten?

“Ben” dediğim, “biz” dediğimiz bizler dahi O’nun kulu ve kölesi değil miyiz zaten…

Ben binamızın mukimleri olarak gördüğümüz nefsimiz, tenimiz, ruhumuz dâhi O’nun mülkü değil mi?

Öyleyse hangi hediyelerle seni gönderebiliriz ki?

Mısır’ın köle pazarında satlığa çıkarılan Yusuf için bohçasına koyduğu birkaç parça şeyle yola revân olan acûze kadıncağız gibi bizde senin bize getirdiğin salâvatlardan, oruçlardan, namazlardan, Fatihalardan, hatimlerden, dualardan, sadakalardan kendimizce, karınca kararınca senin heybene mahcup ve ümitli bir eda ile hediye olarak bırakıverdik.

Elbette heybene koyduğumuz böyle azıcık hediyeler şanına, kâdrine layık değil ama Yusuf’un güzelliğini fark edenlerden biri olduğunu bilinmesini isteyen acûze kadın gibi, bizde senin misafirliğinden şeref duyduğumuzu ve memnun olduğumuzu bilinmesini istedik ey kutlu misafir!

Kendimizce seni gönül dünyamızda, fakirhanemizde, mabetlerimizde, çarşılarımızda, sokaklarımızda misafir etmek için aramızda yarışıp durduk.

Ve şimdiler de seni yolcu ederken “acaba tekrar gelir mi, uğrar mı?” endişesi aldı bizi…

Sağlık ve sıhhat içinde kapımızı seneye de çalar mı düşünce ve dualarıyla, ümitle seni yolcu ediyoruz…

Hata ve kusurlarımıza, kadir kıymet bilmezliğimize bakmadan âlicenaplık gösterip yine semtimize, dünyamıza yine uğra Ey Kutlu Yâr!

Şeref verdin Ey kutlu Misafir!

Güle güle Ey Kutlu Misafir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI