Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Utanma

06 Temmuz 2013 - 08:52 Yorum: 0

Hayâ, utanma imandandır.

Marifetullah, Allah’tan korkmak hayâ ile doğru orantılıdır.

Utanma duygusunu kaybetmiş, ar damarı çatlamış bir insan kimden, neden, niçin utansın ki, neden korksun ki; başkasına neden saygı göstersin ki?

Hayâ ve utanma kişinin haddini, sınırını, kendini bilmesinin göstergesidir.

Kendini bilmeyen, başkalarını nerde tanısın, nerde bilsin ki?

Asrımızın en önemli handikaplarından biri neslimizin utanma duygusunu kaybedişidir bence.

Hayatı tenden, zevkten, şehvetten, nefisten, egosunu tatminden ibaret görenlerin kendilerini bilmeleri, haddi aşmamaları ne mümkün?

Kendinden bihaber olanların âleme nizâm, düzen vermeye, kural koymaya kalkışmaları ve âlemin en akıllısı kendi ve kendi gibi düşünenler olduğunu iddia etmeye kalkışmaları ise akla ziyân…

Oysa ki bir bilseler dünya kendini akıllı olduğunu iddia eden delilerle dolu olduğunu…

Ve her delinin kendisini en akıllı insan olarak görmesi deliliğin tipik bir ortak özelliği olduğunu…

Maalesef günümüz insanın elinde hayâ adına bir ölçü bırakılmadı...

Hayâ ve utanma duygusu bir özgüvensizlik, eksiklik olarak sunuldu yıllar yılı…

Gördüğü bir günah, işlediği bir hata, duyduğu kötü bir söz, yaptığı bir saygısızlık karşısında yüzü kızaranları görmek mumla aranır olundu…

Oysa hayâ inanç, din, vahy, tasavvuf, ahlâk bağının, ikliminin olmazsa olmaz en güzel gülüdür.

O iklimden şöyle veya böyle az buçuk nasiplenenler Efendiler efendisinin yanında, O’nun ruhaniyeti karşısında seslerini ondan daha yükseltmezler.

Kendilerine sorulan sorulara “Allah ve Allah Resulu daha iyi bilir” diye cevap verirler.

Çok iyi bildiği bir konu hakkında görüşlerini beyan ederlerken dahi “yine en iyisini Allah bilir” diyerek sözlerini noktalarlar.

Büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi gösterirler.

Onlardır ki, her geleni Hızır, her geceyi kadir bilirler.

Kendine bir harf öğretenin kölesi olurlar.

İlmin izzeti âli bilirler, ondan dolayı ilim erbabına maddi ve manevi en büyük değeri verirler.

“Ben” demeyi bir nevi nefsin firavunluğu olarak görürler.

Mabetlerin gölgesine dahi abdestsiz, besmelesiz, duasız basmazlar…

Mukaddes kitaba karşı ayaklarını dahi uzatmazlar.

Kim olursa olsun, neye inanırlarsa inansınlar yaratılanı yaratandan dolayı severler ve onların inançlarına saygılı olmayı insan olmanın gereği olarak görürler.

Efendiler efendisinin adı anıldı mı ayaklarını üst üste atıp asker arkadaşında bahsediyorcasına konuşmazlar; dillerinde salavat gönüllerinde bir ürpertiyle yerinde doğrulurlar.

Onların iklimde kem söz, kem bakış, kem duygulara yer yoktur.

Bizler medeni ve modern, çağdaş, yüksek diplomalı, elinde bilgisayar… vs bir medeni gençlik yetiştirelim derken onlara “utanmayı” utanma; hayâsızlığı ve iffetsizliği ise kişinin kendisine olan özgüveni olarak sunduk.

Yaramazlığın, ukalalığın adını hiperaktif koyduk.

Ahlâksızlığı, edep-adab bilmezliği kendini ifade etme adına özgüven olarak gördük.

Kimileri onları zamane çocukları, kimileri dahi çocuklar, kimileri geleceğin devrimcileri, kimileri teknoloji harikaları, kimileri mucit, kimileri cesur, kimileri medeni, kimileri modern, kimileri kahraman, kimileri alnında öpülen nesil… görerek onlara en büyük zulmü yapıyorlar…

Oysa ki utanma duygusunu yitirmiş bir ferdin kaybedeceği bir şeyi kalmamış demektir.

Utanma duygusunu kaybetmiş genç nesiller milletinin geleceği adına en büyük bir felâkettir.

Kişi evvela Rabbine karşı utanmalı.

Kendisini yaratan, yaşatan Rab’ten utanmayan hiç kuldan utanır mı?

Hak’tan ve halktan utanmayan başkasının hakkına riâyet eder mi?

Müslüman hayâ insanıdır, utanan insandır.

Şimdi Başbakan günümüz nesline geleneklerini öğretemediklerinden dolayı kendilerin de suçlu olduklarını ifade ediyorlar.

Eğitim felsefesinin olmadığı, eğitimin politikalara ve ideolojilere, gündelik siyasete kurban edildiği bir yerde geleneklerine sahip gençlik yetişememeye hayıflanmak beyhude…

Aksine böyle bir sistem de hala var olan edebin, geleneğin, ahlakın kırıntıları nevinde değerlerin varlığına şahit olmak şaşıracak durum…

Fatih projesi ile, dershanelerin kapatılması ile, her okulu bilgisayar çöplüğüne dönüştürme yarışı ile, eğitimi okulların sayısını ve fiziki şartlarını iyileştirmekten ibaret görmek ile, her beldeye, sokağa üniversite açmak ile en değerli, verimli yılların zorunlu eğitim adı altında sapla samanı karıştırıp heba etmekle, öğretmenleri üç ay yatan miskinler, beleşten maaş alanlar olarak görmekle, kendini bilen bir neslin yetişmesini beklemek beyhude değil mi sizce?

Bizler hep sistemleri düzeltmekle, devleti kurtarmakla, islamı, dini kurtarmakla kendimizi sorumlu gördük.

İnsana eğilmeyi, insanı merkeze almayı çoğu zaman sistemi koruma ve kollamaya, sistemi kurma uğruna feda ettik.

Mevcut halimiz ekmek parası için köyünde tası tarağı ne varsa satıp bir büyük şehre yerleşen ve başını sokacak bir fakirhaneye sahip olmak için iki kuruş biriktirme adına gece gündüz çırpınıp duran ve nihayetinde adamakıllı bir eve de sahip olamayan birine benziyor.

Kendisine, eşine, çocuklarına gerekli zamanı ayıramadığından sağlığından, canından olan; çocuklarının midesini doyurmaktan onların ruhuna, eğitimine eğilemeye fırsat bulmayan ve dolayısıyla onların illegal örgütlerin ağına düşmesine yol açan trajedi aile dramına benziyor.

Ve günümüzün insanı, hocasıyla, dedesiyle, eğitimcisi ile bilhassa idarecilerimiz nesillerine karşı üzerlerine düşen görevi yapmadıkları için Hak’tan utanmalıdırlar.

Evvelâ “nefsin ıslahı” sonra da “neslinin ıslahı” karşısında yetersizliğimize, kolaya kaçışa, iş bilmezliğimize, ruhlara utanma duygusunu veremeyişimize utanmalıyız.

Utanmayı âr sayan, “hayâ” yı lügatlere hapsetmiş olanların yüzlerine bakalım…

Onların yüzlerindeki, yanaklarındaki kırmızılık utanmanın değil; öfkenin, kinin, düşmanlığın… emâresi olduğunu göreceksiniz.

Hakk’ın aynası olan bir yüzde imanın emaresi olan “hayâ”yı yok edip yerine kişiyi Hak’tan ve halktan uzaklaştıracak hale düşürmemize hep birlikte utanalım…

YAZARIN DİĞER YAZILARI