Her insanoğlunun hayatı bir arayıştan ibarettir…
Bizde yıllardır kendimizce “Hakk’ın, Hakikatin” arayışına koyulduk…
Kimilerin dillerinde, kimilerin mitinglerinde, kimilerin sohbetlerinde, kimilerin kitaplarında, kimilerin kamyon arkasında, sloganlaştırdığı “Huzur İslam’dadır.” sözünün peşine takılıp gittik, gidiyoruz…
Zaman zaman;
“Hangi İslam…
Nasıl bir İslam…
Ne zaman…
Keyfiyeti, mahiyeti, niceliği…
Ferdi ve içtimai hayata yansımaları nasıl olacak…” gibi merak ve endişeli zihni, fikri şüpheler, sorular içinde ama hep bir umutla bekledik…
Sadece beklemedik; zihni, fikri, okuma, çizme, söylem, eylem adına üzerimize düşeni kendimizce karınca misali “Hacca varamazsam da o yolda ölürüm ya” edasıyla yapmaya çalıştık…
“Bin yıl sürecek” denilen zamanlarda dahi umudumuzu yitirmedik…
Başımız dik, alnımız ak, imanımız, kendimize güvenimiz tamdı…
Zira zulmün ebed müddet devam etmeyeceğine inanıyorduk ve akl-ı selim, kalbi selim insanlar başa geldiğinde, Allah peygamber tanıyan insanlar bir gün seçildiğinde, haksızlıkların son bulacağına, adaletin sağlanacağına, kin ve düşmanlığın son bulacağına; düşmanlığın yok olacağına dostluk-kardeşliğin kazanacağına, yersiz ötekileştirmelerin, yersiz, suni kavgaların bitirileceğine inanıyorduk…
Bundan dolayı da ta o zamanlar,
“dayan kanlı mescid mescidi aksa
Bu zulüm ve işkence sürümez asla
Filizleniyor bak yüce dava….” ezgilerini bir virdi zeban etmiştik.
Diyorduk diyorum bu gün maalesef aynı ümid ve inançta değilim…
Dinimizi, mukaddesatımızı, değerlerimizi, insanlığımızı bir cani gibi kendi ellerimizce ayaklar altına alacağımızı, yıpratacağımızı, değersizleştireceğimizi nerden bilebilecektik.
Cinayet; cinayettir…
Ancak bir annenin evladının canına kast etmesi daha trajik bir olaydır…
Şu anki durumumuz maalesef bir annenin bin bir gayret ve fedakârlıkla büyütüp üzerinde titrediği evladının canına kast etme halidir…
Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat Sürecinde göğsümüzü gere gere, ilahiyatçı olmakla iftihar ederken bu gün “ilahiyatçıyım” demekten utanır hale geldiysek bu vebal kimin acaba?
Eğitim başarısı yerlerde sürünen, adamakıllı birkaç net bırakamayan üniversiteye hazırlanan öğrencilerden “en kötü ihtimal ilahiyatçı olurum” cevabı duymak karşısında gel de kendinden utanma…
Ve bunca yıldır ümitle bekleyip adalete, sevgiye, barışa, saygıya, güvene, dostluğa, insanlığa, huzura ereceğini tahayyül ettiğin bir iklimde, değerler adına, haram-helal adına, insanlık adına her şeyini kaybet…
Gel de Ahmet Kaya gibi
“Hani benim sevincim nerde
Bilyelerim topacım
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz
Penceresiz kaldım anne
Uçurtmam tel örgülere takıldı
Hani benim gençliğim anne
Penceresiz kaldım anne
Uçurtmam tellere takıldı
Hani benim gençliğim nerde
Ne varsa bu gençliği yakan
Ekmek gibi aşk gibi
Ah ne varsa güzellikten yana
Bölüştüm büyümüştüm
Bu ne yaman çelişki anne
Kurtlar sofrasına düştüm
Hani benim gençliğim nerde
Hani benim sevincim nerde
Akvaryumum kanaryam” deme…
Çalınan paramız, servetimiz, makamımız, şahsi itibarimiz değil; menfaat, hırs, tema, din tacirliği, ahlaksızlığımız, edeb adab bilmezlik gibi manevi kurtlar tarafınca vahşiye yok edilen inancımız, değerlerimiz, ümidimiz, sevdamız, insanlığımızdır…
Ve gel de kimileri için “dinin afyon olduğunu” söyleyenlere hak verme…
Ve gel de sloganlaşan “huzur islam’da”dır sözüne inan…
Yahu! Bu dünyada müntesiplerine huzur vermeyen bir din algısı merak ediyorum kime, kimin eliyle, nasıl huzur verecek…
Güvenin, adaletin, insanlığın, hayanın, edebin, nezaketin, irfanın, sıdkın, vefanın, emniyetin… olmadığı bir yerde değil İslam/huzur; şöyle veya böyle asgari insani değerlere haiz batıl bir din dahi hayat bulmaz…
Yıllarca avunduğumuz yeter, kara göründü, kendimizi kandırmayalım artık…