Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Anneler Günü vesilesi ile bütün annelere ithaf olunur.

14 Mayıs 2012 - 08:24 Yorum: 0

Anneler Günü vesilesi ile bütün annelere ithaf olunur.

HZ. HATİCE

Efendiler Efendisi (sav) Mekke’nin kasvetli havasında sıkıldıkça Hirâ Mağarasına sığınır…

Bir nevi inziva hayatı yaşar.

Tefekkür eder, düşünür.

Kim bilir O, Ayet-i Kerime’de ifade edildiği gibi

Gökyüzüne,

Yeryüzüne,

Gecenin ve gündüzün ardı ardına gelmesine,

Güneşin vaktinde doğup batmasına,

Çölde fışkıran Zemzeme… bakıp ta tefekkür etmekte…

Yaratıcısı ile iletişime geçme yollarını aramakta…

“Beni rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti” dediği rabbiyle,

Her an varlığını bütün benliğini sardığı, hissettiği O’nunla buluşma sevdasıyla yanıp tutuşur…

Ve bir gün…

Hira’da iki Nur buluşuverir.

Muhammed’ül Emin ile Cibril buluşuverir.

Bu buluşmanın sonucunda Allah Resulü şaşkın ve heyecanlı…

Mekke’nin yolunu tutar…

Sema “Sen Allah’ın Resulüsün” nidalarıyla çınlamakta…

Her tarafta “Allah’ın selamı üzerine olsun Ya Resulullah!” sesleri, nidaları…

Kendisini gören canlı-cansız her varlık kendisine selama durmakta…

Her bir varlık lisan-ı haliyle bu kutlu buluşmayı kutlamakta…

O’nu tebrik etmekte…

Nasıl tebrik edilmesin ki?

Kainâtın, varlığın, yaşamın, hayatın, ölümün biricik gayesi bu buluşmada saklı değil mi?

Allah (cc) “Ey habibim, sevgilim, eğer sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım” demiyor mu?

Yüce Sani-i Zülcelâl kendi sanatını sergilemek için bu kâinatı, onsekizbin âlemi, yaratmamış mıdır?

Ve bu sanatlar içinde de insanın kalbini, gönlünü kendine bir hane, bir ayna kılmamış mıdır?

Ve o aynalar, haneler içinde de, en pak, en temiz, en güzel, en olgun, en mükemmel… hane olarak O’nun gönlünü kendine mesken etmemiş midir?

Hira’da, iki nurun, Cibril ile Efendiler Efendisinin buluşmasıyla yeryüzü nura gark olsun da, Allah (c.c) kulun kalbine nazar etsin de, malikhânesine misafir olsun da, o gönül hayat bulmasın ne mümkün?

Dolayı dağ-taş, canlı-cansız her şey bu kutlu buluşmayı tebrik etmekte…

Ancak Efendiler Efendisi şaşkınlık içinde…

Hızlı hızlı adımlarla evinin yolunu tutmakta…

Limanına sığınmakta…

Hz. Hatice’nin sığınağına…

Ondan üstünü örtmesini ister…

Hatice merak içinde…

“Ya Eba Kasım Nerdeydin? Allah’a yemin olsun ki Mekke’de aramadığımız yer kalmadı” der.

Efendisine olan ilgi ve alakasını gösterir…

Efendiler Efendisi:

“Korkuyorum Ya Hatice!

Bir zararın gelmesinden korkuyorum…” der.

Bunun üzerine ferasetli kadın:

“Korkma! Allah asla seni zayi etmeyecektir…

Çünkü sen akrabalarını gözetirsin,

Düşkünlerin elinden tutarsın. İhtiyacı olanları giydirir, yedirirsin.

Misafirin hiç eksik olmaz,

Her hareketinde sen hakk’ın peşindesin.

Sen kendini böyle hayra adamışken korkma,

Allah seni zayi etmeyecektir” der.

Kendinden sonra mümine kadınlara örnek olan Hz. Hatice…

Anamız…

Efendiler Efendisine olan bu ilgi ve alaka ile

Müminelerin eşlerine karşı nasıl bir tavır içinde olmalarının gerektiğini öğretmekte…

Huzurlu ve mutlu bir aile olmanın yollarına işaret etmekte…

Aşkın, sevginin nasıl olması gerektiğini bizlere göstermekte…

Atmışlara yaklaşan yaşına aldırmadan elindeki sefer kabıyla sarp ve çetin kilometrelerce yolu katedip Hira Mağarasında inzivaya çekilen Efendisine yemek taşıması Hz. Hatice’nin eşine nasıl bir sevgi beslediğini göstermeye yetiyor zaten…

Seven sevdiği için nelere katlanabileceğini gösteriyor.

Virdi zebâ olan Leyla ve Mecnun’un, Kerem ve Aslı’nın aşkları Hz. Hatice’nin aşkı yanın bir hikâyeden ibarettir.

Deryadan bir katle kalır.

Hz. Hatice, Hakk ve halkın katında zayi olmayan, Efendisinden gördüğü güzel hasretleri bir bir sıralar…

Kimde bu güzellikler varsa Allah’ın asla onların bu güzelliklerini zayi etmeyeceğini,

Karşılıksız bırakmayacağını edebce dile getirir…

Çok geçmeden Efendiler Efendisi başında geçenleri bir bir anlatır eşine…

O sükûnetle dinler Efendisinin kendisine anlatıverdiklerini.

Ne bir şaşkınlık, ne telaş, ne bir inanmamazlık, ne de güvensizlik…

Konuşan O (sav) ise, söylenilenlerin aklın kaldıramayacağı şeylerin olmasının ne ehemmiyeti var…

Onda,

“Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!

Sana çöl gibi gelen, O, göl diyorsa göldür!” diyen şairin teslimiyeti…

Zaten o yıllar önce maddeye, menfaate, çıkara, dünyaya tapmış akla meydan okumuştu…

O’nu ilk görmede ve O’nunla ilk tanışmada Efendiler Efendisinin güzelliğini keşfetmişti…

40 yaşına kadar huzuruna gelip dil döken niceleri ret eden Hatice, gönlünü O’na vermişti. Muhammed’ü-l Emin’in farkındalığını hissetmişti…

Hissetmiş ve bir gün gelecek İkram-ı İlahiye’den en önce feyz almak için onun hanesine girmek için çırpınmıştı…

İşte beklediği an gelmişti…

Heyecanla, “Müjdeler sana Ey amcamınoğlu!

Hatice’nin nefsi elinde olana yemin olsun ki, sen ümmetinin beklenen nebisisin.” der.

Ve hemen orada iman eder kendisine…

Şairin,

“Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum!

Çünkü O’nun kulunun kölesinin kuluyum” dediği gibi O yüce bir rütbeye kavuşur.

İlk iman eden kadın rütbesine…

YAZARIN DİĞER YAZILARI