Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Bol Yıldızlı Mekânda Tatil Keyfi

28 Haziran 2009 - 14:13 Yorum: 7

Son günlerde sıcaklar bayağı arttı. İnsan oturduğu yerde sırılsıklam oluyor. Bilhassa şehirdeki beton yığını binalarda kalınacak gibi değil. Gündüzleri olduğu gibi geceleri de öyle. Kan ter içinde gözlere uyku girmesi mümkün mü?
Biz büyükler uyuyamıyoruz bu bunaltıcı sıcaklarda, peki ya minnacık çocuklar nasıl uyurlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde bütün pencereler açık yine perde dahi kımıldamıyor. Dışarıda adeta cehennem sıcaklığını andıran sıcaklıktan başka bir akım yok, bir esinti yok. Oflayıp puflayarak sağa sola dönüp dururken ya sizin, ya da bitişik dairedeki komşu çocuğunun çığlıkları büsbütün uykunuzu kaçılır. Zavallı çocuk sıcaktan o da bunalmış olacak ki feryad-u figanı basar. Bununla da kalınsa cana minnet, hemen ardında bir ninni mırıltısı: “Dandini dandini das dana
Danalar girmiş bostana…” başını alıp gider. Çocuk duracak gibi değil. Annesinin de sabrı taşmış olacak ki bu kez anne sesinin akordunu bir iki öksürükle ayarladıktan sonra feryadı basar. “Hay annesiz kalasınız…. Hayırsız evlat… El kadar yaptıklarına bak şimdiden” uyku sersemliğin verdiği hal ile öfkeli, beddualı haykırışlar… Tam da be esnada Köroğluvari bir haykırış: “Ulan... bacak kadar çocuğu susturamıyorsun…. Sustur onu… Yoksa ikinizi susturmayı bilirim ha…” Gel de uyu bundan sonra. Biryanda bunaltıcı sıcaklar, diğer yandan çocuğun feryad-u figanı, oda yetmiyormuş gibi ebeveynlerin ya da sizinki de işin tuzu biberi olur.
Azizim bu şehir hayatının işte böyle ufak(!) pürüzleri olur. Birbirinin içine sokulmuş dairelerde değil çocuk sesinden rahatsız olmamak mahrem konuşmaları dahi işitmemek elden mi? Öksürük sesi dahi bir diğer dairede işitiliyor. Azizim insan yaparken bütün bunları düşünmez mi ki?… Hasbunallah… diye diye kalkıp pencereyi kapatıverirsiniz ama bu kez de buram buram terden durulacak gibi değil. Sevgilisini bir başkasına kaptırıp “artık bu ellerde durmak haram oldu” deyip yorganını, tasını-tabağını alıp köyüne elveda edip gurbet ellerine düşen Türk filmlerindeki kahramanlar gibi siz de, “artık buralarda durmak haram… Şöyle bir ağız tadıyla bir pazar uyuyamayacak mıyız” deyip köye dönüş yapmaya karar verirseniz en güzelini yapmış olursunuz.
Eğer şehirden uzak, rakımı biraz fazla olan bir köyde babadan yadigâr kalma yıkık dökük de olsa başınızı koyacak kerpiçten bir eviniz, yanı başında bir horom tutu, bir kaysı, bir dalbastı… Bu gibi meyveli bir ağacınız yoksa da bir söğüt ağacı dahi varsa, yanı başında da zaruri ihtiyaçlarınızı giderecek bir su sızıntısı varsa daha Allah"tan ne istiyorsunuz. Hiç durmayınız tası tarağınızı toplayınız, bu günden tezi yok… Beş yıldızlı otellerden daha lüks bir mekâna sahipsiniz demektir. İnanmıyorsanız bir deneyiniz bakalım. Evin damında soğuktan yorgana bürünmüş bir şekilde gece yarısında o tatlı uykuya kendinizi salıvermeden önce semadaki yıldızları sayında kaç yıldızlı bir mekânda kaldığınızı görün ve şükredin.
Bizim gölgesine sığınacak bir ağacımız dahi yok diyenlere peşinize dalkavuk takmamak şart-u kaydıyla bağrını size açacak bir yareniniz de mi yok diye sormak isterim Âcizane bir tavsiyede bulunmadan edemeyeceğim zira elzem oldu. Giderken dikkat ediniz. Bu da bizdendir deyip de ikinci, üçüncü hısımlarınızla değil de bizzat birinci derecede aile efradınızla gidiniz böyle dostlara. Ve giderken de ulu orta her yerde “Ey yarenler! biz işte filan gün filan yere tatile gideceğiz falan feşmekan” nevinde ilanda bulunmayınız. Başınıza iş açmayasınız… Allah"ın arzı geniştir deyip de sakın bir gaflete düşmeyesiniz. Hani meşhur hikâyedir ki; Efendinin biri yemeğe davet edilir; yolda giderken sağına bakar ki biri de kendisiyle beraber geliyor. Merak eder sorar.
- Siz kimsiniz?
- Dalkavuğum Efendim.
Aldırmayıp yoluna devam ederken bir de bakar ki soluna bir tane daha peyda oldu. O na da sorar:
- siz kimsiniz?
- Bendeniz de dalkavuğum efendim.
Zavallı adam bu işe akıl erdiremez kara kara düşünürken o sırada üçüncü biri daha ilişir kendilerine. Ona da sorar. Adam:
Ev sahibi beni çok iyi tanır efendim. Ben gideceğim ev sahibinin dostuyum der.
Nihayet davetli olunan evin önüne varırlar. Ev sahibi bir kişi beklerken dört kişi görünce şaşırıp bozulur. Renk vermemeye çalışsa da nafile… Dayanamaz sorar:
- Bu efendi kimdir?
- Dalkavuk.
- Peki bu kim?
- O da dalkavuk.
Artık hiddetlenir. Mübarek bir günde bir hayır yapmak isterken alaya alınacak bir şekilde davransınlar kendisine, olacak şey mi? Kızgınlıkla peki ya bu edepsiz, deyince üçüncü adama hitaben:
- Adam peşine takıldığı efendiye:
- Benim kim olduğumu ev sahibi bilir demedim mi, der.
Böyle bir dostumuz dahi yok diyenlere ben şahsen bizzat kendim olarak acırım. Kendileri de hallerine acısınlar. Şehir sevdasına kapılıp, “ölürüm de giderim, buralarda kalmak haram …” deyip köyde neyi varsa-yoksa elden birkaç kuruşa çıkarıp sonra da şehirde kapalı ceza evlerini andırır bir mekânı mesken eyleyip gününü gün edip sonrada köylüyü, köyü, köy hayatını hakir görenlerin kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış demektir. Yahu insan ne olur ne olmaz dünyan bin bir türlü hali vardır deyip de bir evlek dahi olsa satmayıp koruma altına almaz mı? Hani onu da yapamadın insan memleketim, köyüm, köylüm deyip senede bir kez de olsa dostlarının kapısını çalmayı akıl etmez mi?
Akıl etmediyseniz öyle çekin bu yaz gününde cehennem sıcaklığını… Valla acınmaz sizlere... Kendi düşen ağlamaz… Sıcaklardan şikâyet etmeye hakkınız yoktur öyleyse ey yarenler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI