Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

İman Kavramı Üzerine Mülahazalar

16 Ağustos 2014 - 14:29 Yorum: 0

“İman” kelime anlamı itibariyle güven içinde olmak, korkusuz olmak” manaya gelen “emn” kelimesinden türeyip “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” anlamına gelmektedir.

Terim olarak ise, “Allah’a, Allah’tan aldığı emirleri bizlere ulaştıran Peygamberlere ve O peygamberlerin getirdiği emir ve yasakları (vahy) tereddütsüz kabul etmek” anlamına gelir.

İman kavramını İslam âlimleri veciz bir şekilde “kalb ile tasdik, dil ile ikrâr” diye formüle etmişlerdir.

İslam âlimlerin bu veciz tanımı kendisiyle birlikte bazı sorular da gündeme getiriveriyor.

“Kalb ile tasdik etmek”, ama neyi tasdik etme?

Bir şeyin tasdik edilebilmesi için evvela tasdik edilecek şey hakkında gerçek ve doğru, geniş bilgi sahibi olmak lazım değil mi?

Hakkında bilgi sahibi olunmayan bir şey nasıl tasdik edilsin ki?

Bilgi sahibi olduğu bir şeyin doğru ve hakikat olduğunun tasdik edilmesi, kişiyi ehl-i iman eder mi?

Bilgi sahibi olmanın yanı sıra tasdik ettiği şeyin kalben, ruhen, hissen, zihnen… kısacası kişinin bütün melekeleri ile hakkında bilgi sahibi olduğu şeye inanması ve itaat etmesi gerekmez mi?

Kalb başka telden, akıl başka terden, amel başka telden, ruh başka telden insanda var olan her bir latife kendince başka telden çalarsa böyle bir duruş; iman olur mu?

İman sadece bilgi olsa; bütün bilginler iman etmiş; bilgi sahibi olmayanlar ise ehl-i küfür kabul edilmesi gerekir.

Sadece duygu olsa; pozitif duygu taşıyan; “kalbim- vicdanım temiz sen oraya bak” diyen herkesin ehl-i iman; zaman zaman negatif duygular taşıyan, bazı cihetle olumsuz duygular taşıyan herkesin de ehl-i küfür olması gerekir…

Sadece iyi amel olsa Edison gibi bütün insanlığa nice hizmetler sunan herkesin mümin olması gerekir.

İman ne sadece bilgi, ne sadece bir düşünce, ne sadece bir duygu, ne sadece bir eylem, ne sadece bir giyim, ne sadece bir ameldir.

İman bütün bunların hepsini kendinden cem eden külli bir fonksiyondur.

Ama iman, “marifetullah”, “muhabbetulllah”, “mehafetullah”sız da olmuyor, olmaz da.

İmam-ı Gazali kişilerde ki iman safhasını “taklit, ilim zevk” şeklinde üç safhaya ayılır.

Bediüzzaman Hazretleri de “taklidi ve tahkiki iman” diye ikiye ayırır.

Taklit safhası; iman edilen akidenin tartışmazsı kabulüdür ki, her bireyin kendi ana-babası tarafından, büyüdüğü çevre içinde edindiği inanç şeklidir.

Maalesef insanların çoğu ölene kadar hayatlarını bu inanç, iman üzerine idame ettirirler.

Oysa küçük iken, aklımız ermez iken anne babamız bize ne giydirirse onu giyer, ne yedilirlerse onu yiyorken; kendimizi bulmamız ile birlikte kendimize has zevk ve tercihlerimiz gelişir.

Gelişen, oluşan bu tercihlerimiz doğrultusunda hareket edip kendimize has kişiliğimiz, benliğimiz oluşurken; inanç hususunda kendimize ait bir tercihimizin oluşmaması neye ne kadar değer verdiğimizin göstergesi değil midir sizce?

Bir kişilik, şahsiyet problemi oluşmaz mı sizce?

İkinci safha olan ilim safhası, Arayış halidir. Kişinin bir sevgili bulma, ona aşık olma, ona bağlanma halidir. Muhabbetullaha vasıl olma arayışı esnasında yoldaki delil ve burhanlara vakıf olma halidir. Seven sevdiğini tanıyacak ki hakkıyla sevebilsin.

Zevk safhası ise, “marifetullah” “muhabbetullah” “mehafetullah” a erme halidir ki Bedizüzzaman Hazretleri bu safhayı “Tahkiki iman” olarak ifade eder. Bu makam tanıma, sevme, korku ve ümit ile birlikte yaşama, teslimiyet, şeksiz şüphesiz kişinin kendini O’nun iradesine teslim etme halidir.

Bu bu safha; kişinin bütün kötülükleri kendinde, bütün güzellikleri O’ndan bilme makamıdır.

Bu safha, naz makamından ziyade niyaz makamıdır

Bu safha, hiçbir hale şekvâ değil, her halükârda hamd makamıdır.

Bu safha, “nar” ile “nur”, “kahr” ile “lütfu” bir görme makamıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI