Seyran Park
Doğa Veteriner Kliniği
SON DAKİKA
Hakkı Yiğit

Sinemacılarımız Neden ....?

04 Ekim 2009 - 17:01 Yorum: 2

Sinemacılarımız Neden Kutsaldan Beslen(E)miyorlar?
Zaman Gazetesinin geçtiğimiz Cumartesi günkü ekinde Ekrem Dumanlı “Bu kıssalar Boşuna mı anlatılmış?” başlıklı yazısında sinemacılarımızın neden Kur"an-ı Kerim"den istifade etmediğini sorguluyor ve “Sinemaların kutsal metinlere hikmet gözüyle bakması gerekiyor ki o ilahi rahmetten istifade edebilsin. Çok mu şey isteniliyor? Hayır! "İncilin bir cümlesinden dört saatlik senaryo çıkarırım" diyenlerin kınanmadığı bir dünyada Kur"andan ilham almak niçin bir küçümseme sebebi sayılsın?” diyor.
Gerçekten, “Kur"andan, kendi kutsallarımızdan, değerlerimizden, beslenme, istifade etme neden kınanılıyor?” üzerinde düşünmek gerekiyor elbet…
Öncelikle iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmak gerekir…
“Tv."nin içinde bulunduğu eve melek girmez.” ifadesinin dillendirildiği, bu söze sıdk ile iman edildiğinin, sinemaya gitmenin nerdeyse dinden çıkma olarak algılandığı bir dünyada yetişen neslin Tv-Sinema ile ilgilenmeleri, bu alanda çalışmalarda bulunmaları elbette düşünülemez.
Hayat serüvenimizi bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu ifade eden Kuran, aslında bizlere bu dünyada tiyatro çevirdiğimizi, beyaz perdeye akseden bir oyunun oyuncuları olduğumuzu çağrıştırır. Yine Kuran kişinin aklını kullanması adına kişinin nazarını sık sık yeryüzüne, gökyüzüne, geçmişe, geleceğe çevirmekle aslında kişiyi hayalen bir yolculuğa çıkarmaya davette bulunmuş oluyor ve bir nevi sinema şeridi oluşturmasını istiyor kişinin hafızasında… Bizler Kuranı okurken Kuranın bu üslup ve metodunu üzerinde hiç düşünmedik maalesef…
Bediüzzaman iman hakikatlerini konu aldığı risalelerinde sık sık gençliğinde gittiği sinemalara atıfta bulunur ve hayatının gözlerinin önünde bir sinema şeridi gibi geçtiğini, bu gün rakseden o güzel, genç kızların elli yıl sonraki yaşlı-perişan hallerinin gözünün önünde bir sinema şeridi gibi aktığını ifade eder. Zaman zaman “gel arkadaş seninle asrısaadete, geçmişe, geleceğe gidelim, oradakileri iş başında görelim… vb. bir üslup ile insanın geçmişi ile geleceği arasında mekik dokuyan bir sinema salonu oluşturuveriyor. Bediüzzaman iman hakikatlerini kıssalar ile ve bu kıssaları da gençliğinde gittiği sinemadan yola çıkarak günün idraklerinin algılayabileceği şekilde sunarken risaleleri okuyanlar bu iman hakikatlerini beyaz perdeye aktarmayı pek düşünmediler, düşünemediler…
Elbette bu düşünülmemenin ardında Tv. ve Sinemanın, basının hafızalarda oluştuğu kötü, olumsuz imajının etkisi göz ardı edilemez… O dönem ve halen günümüz dünyasında bu sanatlara, alanlara yeterince ilgi gösterilmemesinin altında; bu araçlar ile dine, kutsala, mukaddesata cephe alınması, mütedeyyin insanların rencide edilmesinin etkisi büyüktür. Batı dünyasında bu araç ve gereçler ile dinin propagandası yapılırken bizim dünyamızda yıllar yılı din ve dindarlarla alay edilmeye, mukaddesata küfretmeye alet olarak kullanılmıştır. Bu hal bir neslin bunlara karşı cephe almasını doğurdu. Kınanması gereken belki aracın, sanatın bizatihi kendisi olmamalıydı. Ancak insanoğlu her zaman akl-ı selim düşünemiyor, duygularına yenik düşüyor, kolaya kaçabiliyor. Amaç ile aracı aynı kefeye koyup toptan reddetmeye koyulabiliyor. Bu hususta öyle oldu yıllar yılı…
Peki, bu gün değişen bir şey var mı?
Ve bu değişimin önündeki engeller nedir? Bu alanda sanatını icra edenlerin kutsaldan beslenmesini, kutsalla barışık olmasını engelleyenler kimler, neler?
Bizatihi yakın zamanda yaşadığım bir olay aydınlarımız açısında iyi bir yerde olmadığımız, halen bu sahada çok emekleyeceğimize dair olumsuz bir kanaat oluşturdu bende maalesef…
Bir üniversitemizin yüksek lisans öğrenci alım ilanını görünce gerekli hazırlığımı yapıp yola koyuldum.
Radyo-Tv ve Sinema alanında yüksek lisan yapmak istiyordum.
Bu bölüme alınacak öğrencilerin iletişim fakültesi mezunu olması gerektiğine dair bir madde yok idi.
Başvuru formumu alan memur farklı bir fakülte mezunu olduğunuzdan başvuru yapacağımız fakültenin “olur”unu almamız gerektiğini ifade ettiler ve beni iletişim fakültesine yönlendirdiler.
Fakültesini gittik ve yetkiliyi beklemeye koyulduk, derken dekan vekili çıkageldi.
İlahiyat Fakültesi mezunu olduğumu ve Radyo-Televizyon ve Sinema bölümünde Yüksek Lisans yapmak istediğimi kendilerine ifade ettim.
Bu talebimden memnun olmayan hazret, “ilahiyat fakültesi mezununun ne işi var burada… TV-Sinema, iletişim ile ilahiyat arasında ne tür bir alaka, bağ var…” diye çıkıştı.
On küsur yıldır medya dünyasında çalıştığımı ve Tv.lerde çeşitli programlar yaptığımı, yazılı basında çalıştığımı, iletişime ilgimin olduğunu, din ve medya bağlamında yazılarımın, makalelerimin olduğunu, pratik hayattaki bu tecrübelerimi akademisyen olarak devam ettirmek istediğimi söylemem nafile…
Hazreti ikna etmek söyle dursun dinlemiyor bile…
Bu hal tartışmaya dönüştü. Acaba yanlış bir yere mi geldim. İletişim fakültesinin başındaki yetkilinin bu tavrı hiç de iletişim sahasında mürekkep yalamış kimseye yakışmıyordu. İletişim fakültesinde böyle olay ile karşılaşmaya üzüldüğümü ifade etmem hazreti büsbütün kızdırmış olmalı ki, “iletişim fakültesinde ilahiyatçıların, eczacıların ne işi var… Şayet müracaat etseniz dahi sözlü mülakat var kesinlikle sizleri almamaya yönünde gayret edeceğim” dedi.
“Alıp almamak sadece sizin takdirinizde değil. Burada müracaatımı engelleyen bir durum yok. İletişim fakültesinde, radyo-televizyon bölümlerinde okuyan öğrencilerin müracaatlarını engelleyen kimse olmadı gibi, müracaatımızda bir hak ihlali de yoktur. Belki sizin tercihiniz bu fakülteleri okuyanlara öncelik tanıma şeklinde olabilir. Buna saygım var; ancak benim müracaat etme hakkımı engelleyemezsiniz” dedim.
İş inada binmişti ve bil mecburi imzaladı.
Ben hazretin odasında çıkarken bizim hazret kesinlikle almayacağını söyleyip duruyordu ardımda öfkeyle…
Başvuru formumu elime aldıktan sonra elbette müracaat etmem akıl kârı değildi. Ne de olsa mülakat var. Mülakatta eleneceğimin garantisi sayın hazret tarafından bana müjdelenmişti…
Şimdi okuryazar taifesinde, önyargı ve ideolojilerin olmaması gereken eğitim yuvalarımızın başındaki hocalarımızın, aydınlarımızın hali böyle iken; mütedeyyin insanları bu alanlara yönelmemekle itham etmek biraz haksızlık olur. Neden bu alanda, sahlarda kutsaldan ilham alınmıyor sorusunun cevabı büsbütün olmazsa da kısmen verilmiş oluyor. Şartlandırılmış bir duruş, önyargılar; bu tür alanlarda, sanatta bir mukaddesat, kutsallık düşmanlığını doğuruyor…
Bu gün din, diyanet, kutsallıkla Tv.-Sinema arasında aydınlarımızca, sözde hocalarımızca böyle kalın çizgiler çizilmiş iken oyuncularımızın, senaristlerimizin, müzisyenlerimizin, medyamızın kutsala mesafeli duruşunu işin doğrusu fazla yadırgamıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI